DİNDARLARIN ÇIPLAKLIĞI

Artık şu gerçeği görüp kabul etmenin zamanı geldi de geçiyor: Türkiye’nin “İslam davası” sadece belli bazı mağduriyetler üzerine bina edilmiş bir dava idi ve bu hâl, muhafazakâr-dindar zihninde büyük yaralara yol açtı.

Cumhuriyet’in benimsediği katı sekülarizm anlayışı, dini kamusal alandan oldukça sert bir şekilde dışlayınca, dinî hayat tarzını benimseyen kitleler psikolojik ve sosyolojik, hattâ hukuki bir dışlanmışlıkla karşı karşıya kaldılar ve bu durumda kendilerine sığınacak dallar ve adalar aradılar.

Ada’ ihtiyacı, Nakşibendîlik gibi geleneksel tarikatların örgütlenip yaygınlaşması sonucunu doğurdu. Bu geleneksel tarikatlardan neşet eden ve birbirinden farklı siyasi ve toplumsal metotları olan İslami cemaatlerin ortaya çıkması da sözkonusu siyasi iklimle doğrudan bağlantılı bir durum.

Örneğin, devletin dinî eğitimi kısıtladığı ve tek bir tip İslami eğitim-öğretim dayatmaya çalıştığı yerde cemaatler alternatif dinî eğitim fırsatları hazırladılar.

Modernite ile dinin birbiriyle uyuşmadığı kabulüyle hareket eden ve eğitim anlayışını bu kabule göre şekillendiren devletin karşısında dindar halk, çocuklarının hem modern eğitimi hem de dinî eğitimi birarada alabilmesi talebiyle, cemaatlerin kurduğu okul, yurt, öğrenci evi gibi imkânlara sığındılar.

Cumhuriyetin başından beri tarikat ve cemaatler, aslında büyük bir pasif muhalefet gerçekleştirdiler. Sokak eylemleri ve devlet kurumlarıyla açıkça çatışma gibi muhalefet türleri yerine, devletle zahiren uyum içinde olan, derinden bir mücadele yürüttüler.

Bu mücadele o kadar derinden idi ki, yaptıkları işin süreç ve sonuçları açısından aslında düpedüz ‘siyasi’ bir niteliğe sahip olduğunu kendilerine bile itiraf edemeyenler oldu, Nur cemaatlerinde görüldüğü gibi…

Cemaatlerin öncelikli hedefi, toplumun dinî değerlerini ve yaşam tarzını “muhafaza ve müdafaa etmek” idi; modern ve seküler değerlere karşı muhafaza, devletin baskısı ve şekillendirme çabasına karşı da müdafaa.

İşte bu muhafaza etme sürecinde durum öyle bir hâle geldi ki, artık tamamen ayrı görülen dinî ve seküler iki kutup arasında, kıyafetlerden müziğe, okunan kitaplardan edinilen arkadaşlara kadar geniş ve keskin bir ayrışma sürecine girildi.

Muhafazakâr tutum, muhafazakâr reflekslerin gelişmesi sonucunu da doğurunca, dindar kitlenin yeni dünya gerçekleriyle sağlıklı bir iletişime ve ‘pazarlığa’ girme imkânı neredeyse kayboldu. Artık hemen her yeni şey tehlikeli, hemen her yeni fikir sakıncalı hâle geldi.

Siyasi olarak da dışlanmışlık ve mağduriyetlerden kurtulmak için ‘gücü ele geçirmek’ ve bu yolla ‘zulmü sona erdirmek’, hattâ mümkünse o yolla ‘toplumu İslamlaştırmak’ dışında bir politika hiç üretilmedi.

Artık zulüm denince sadece dinlerinden ve dinî yaşam tarzlarından dolayı mağduriyetler yaşayan müslümanların uğradığı haksızlıklar akla gelmeye başladı; Kürtlerin, Alevilerin, farklı yaşam tarzlarını benimseyenlerin yaşadığı mağduriyetler değil.

İlim denince İslami ilimler ve ‘zararsız’ fen bilimleri akla geldi; sosyal bilimlerin o sorgulayan, genişleyen ve gelişen alanları değil. Bazılarının anlamsızca dillendirdiği gibi, “Namaz kılan toplumun psikolojiye, zekât veren bir toplumun sosyolojiye ihtiyacı yoktur” idi zaten!

Siyaset de, gücü ele geçirmek ve dindarların mağduriyetini gidermek hedefine indirgenince, hukuk devleti, zulmün her türlüsünün giderilmesi, herkes için adalet gibi prensipler üzerine bina edilmiş bir anlayış geliştirilmedi. “Huzur İslam’da” idi zaten ve toplum dindarlaştıkça bütün bu sorunlar kendiliğinden hallolacaktı!

AKP iktidarı ile birlikte bütün bu ‘çıplaklıklar’ ortaya çıktı; cemaatlerin üzerine kurulduğu temeller ve hedefler bir anda neredeyse ortadan kalktı. Siyasi ve ekonomik açıdan “güç” ele geçti nihayet; ama “mağduriyetimiz ve mazlumiyetimiz bitince biz ne yapacaktık sahi?” diyen boş bakışmalar kaldı geriye.

Ve tabii, köklü bir adalet ve eşitlik anlayışı geliştirilmediği için, on yıllardır eleştirilen “düzen”i devralarak benimsemek ve bütün sorunlarıyla devam ettirmek kaldı…

(Bu yazı, 02.07.2015 tarihli Taraf Gazetesinde yayımlanmıştır.)

Yorum bırakın