Hicrî Takvim Nasıl Ortaya Çıktı?

(Doç. Dr. Kasım Şulul)

Takvim, mutlak zamanı algılama ve belli bir plâna göre değerlen­dirme isteğinin bir ifadesidir. Takvimler, tarihî süreç içinde incelendiğinde, Batı’da Maya­lardan, Doğu’da Mısırlılara kadar bütün kavimlerde zaman ölçüsü ola­rak güneş ve ay gibi gök cisimlerinin düzenli ve periyodik hareketleri­nin esas alınarak hazırlandığı anlaşılır. Böylece pek çok faydası ya­nında -Kur’ân-ı Kerîm’de de beyan edildiği gibi- güneş ve aydan va­kitleri bilme ve hesaplama konusunda da faydalanılmıştır. Gök cisimlerinin düzenli ve periyodik hareketlerini esas alan tak­vimler üçe ayrılabilir:

1- Güneş takvimi: Bu takvimi ilk olarak Mısırlıların kullandığı ka­bul edilmektedir.

2- Ay-güneş takvimi: Bu takvimde, yılın süresi güneş takvimininki ile aynıdır. Aylar ise mümkün olduğu kadar kamerî ayla başlayacak ve bitecek biçimde düzenlenmiştir. Yılbaşının her zaman aynı mevsime rastlaması için üç yılda bir kamerî seneye bir ay ilâve etmek gerekir. Zira kamerî sene şemsî seneden 11 gün eksiktir. Bu da üç kamerî yılda bir ay eder.

3- Ay takvimi, yalnızca ayın dünyadan görünen farklı şekillerinden; dolayısıyla ayın hareketlerinden yola çıkılarak hazırlanmıştır.

I. CÂHİLİYE DEVRİNDE TAKVİM

Câhiliye devri insanları için yıldızlar, geceleyin yol bulmak, meteo­rolojik olaylar ve iklim değişiklikleri konusunda bilgi edinmek maksa­dıyla gözleme konu teşkil etmiştir. Gündelik hayat içindeki gözlem ve tecrübeler neticesinde yıldızların hareketleriyle hava durumu ve iklim­ler arasında ilgi kuran, halk astronomisi ve meteorolojisi sayılan “en­va” adlı bir bilgi birikimi (ilmü’l-envâ) ortaya çıkmıştır.

Araplar nezdinde kamerî sene 354 gün ve 12 aydan oluşmaktadır. İslâm’a yakın dönemde ve İslâmî devirde kullanılan kamerî ayların (1-Muharrem, 2- Safer, 3- Rebiülevvel, 4- Rebiülahir, 5- Cemaziyelevvel, 6-Cemaziyelahir, 7- Recep, 8- Şaban, 9- Ramazan, 10- Şevval, 11- Zilka­de, 12- Zilhicce) şeklindeki isimleri denk geldikleri mevsimlerin tabiî durumlarından alınmıştır.

Her ne kadar kamerî ayların vakitleri değiştiyse de mevsimlerin fıtrî durumlarından ilham alınan isimler kabul görüp sürekli olarak kullanıla gelmiştir. Mesela Cemâd (Cemaziyelevvel ve Cemaziyelahir) ayları, ilk bu ismi aldığında güneş yılında su­yun donduğu zamana denk geliyordu. Daha sonra kamerî ayların yer değiştirmesiyle, bu ay yaza ve hararetli bir zamana denk gelse de o isim kullanılmaya devam edildi. Cahiliye devrinde, senenin ilk ayı da Muharrem kabul ediliyordu. Safer, Rebiülevvel, Rebiülahir, Cemâziyelevvel, Cemaziyelahir, Şaban, Ramazan ve Şevval aylarını “olağan aylar” (eşhürün i’tiyâdiyye); Zilka­de, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarını “haram/sulh ve selâmet ayları” (eşhürün erbaatün hurûm) kabul ediyorlardı. Peş peşe geldiği için haram aylardan Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarına “serd” (birbi­rini takip eden), tek olduğu için Recep ayına “ferd” (münferit) deniliyordu. “Haram aylar” uygulamasını Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in şeriatın­dan alan Câhiliye devri Arapları, haram aylar girdiği zaman bunların kutsallığına karşı gösterilmesi gereken saygının bir işareti olarak sa­vaştan ve her türlü saldırıdan kaçınırlardı. Bu kurallar, geçimlerini kervanlardan haraç alarak, su ve otlak bulmak için zaman zaman bir­birleriyle çarpışarak sürdüren bedevîler için de geçerliydi. Araplar bu aylara olan saygılarını nesi’ ihdas edilinceye kadar sürdürmüşlerdir. Zikredilen sebeplerden ötürü Câhiliye devri insanları, “haram aylar”ın kurallarına uymakta zorlanıyorlardı. Ayrıca kamerî takvim sebebiyle aylar bir önceki yıla göre on bir gün daha erken geldiği için değişik mevsimlere rastlayan hac merasimini Zilhicce’nin belirli günlerin­de değil kendilerince uygun buldukları havanın mutedil ve ticarî orta­mın müsait olduğu diğer gün veya aylarda yapmak istiyorlardı. Bunu sağlayabilmek için de nesi’ usûlünü kullanıyorlardı.

Hafta fikrinin fıtrî kaynağı bir kamerî ayın dörde bölünmesi ile ilgi­li görünür. Başka bir deyişle, hafta fikri, ayın dünya etrafında döner­ken geçirdiği dört safhanın (yani ay, ilk dördün, dolunay ve son dör­dün) yedişer gün sürmesinden kaynaklanmış olmalıdır. Câhiliye devrinde tarih başlangıcı uygulamasına gelince; bu devirde eski kavimler de olduğu gibi takvim başlangıcı için önemli bir olay esas alınırdı. Yani şehirliler, tarih başlangıcı kabul ettikleri olayları uzun süre değiştirmezlerdi ve nispeten sabit bir tarih başlangıcına sahip­tiler. Fakat göçebeler süre gelen savaş, hastalık veya çeşitli felaketleri tarih başlangıcı yapıp, daha öncekini terk ederlerdi. Özellikle bedevi Arap kabileleri, “eyyâmü’l-Arab” adıyla andıkları kendi aralarındaki savaşları ve meşhur günleri, tarih tespiti için milat olarak kullanıyor­lardı.

Netice itibariyle gök cisimlerini gözleme konusunda eski bir gele­neğe sahip olan Câhiliye devri Arapları, zamanı -zengin bir kelime dağarcığı ile -algılıyorlardı ve kamerî bir takvim kullanıyorlardı.

II. ASR-I SAADET’TE TAKVİM

Hz. Peygamber ve Müslümanların Medine’ye hicretiyle dünya tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Dünya tarihinin akışını değiştirecek olan İslâm, hicretle artık kendine bir sığınak, bir yurt buldu. Medine, dünya tarihinin gidişatını etkileyecek bir merkez haline geldi. Hicret, İslâm takviminin başlangıcına adını verdiği gibi, takvimle ilgili geliş­meler de genelde hicret hâdisesinden sonra meydana gelmiştir.

A. Kurân-ı Kerîm ve Takvim

Kur’ân-ı Kerîm, göklerin tefekkür konusu edilip araştırılmasını is­temekte ve muhataplarında zaman bilincinin doğması ve gelişmesi için gerekli verileri içermektedir. Kur’ân-ı Kerîm, zamana dikkatleri çekmek için zamanı ifade eden tabirleri sıkça kullanır.

Kur’ân-ı Kerîm, muhataplarında esaslı bir zaman telâkkisinin teşekkül etmesini sağlamıştır. Aslında İslâm’ın, güneş takvimi yerine kamerî takvimi tercih et­mesi, dinî maksatlara daha uygun olmasından ve adaleti sağlamasındandır. Seyyid Hüseyin Nasr bu durumu şöyle açık­lar:

“İslâm, Arap kamerî takvimini benimsemiştir. Müslümanların dinî ibadetlerinin ritmini bugüne kadar belirleyen bu takvimdir. Kur’ân-ı Kerîm, bu âyetle sonradan çıkabilecek bir problemi çok önce­den görmüş ve takvime ilaveyi yasaklamak suretiyle müslümanlar arasında adaleti sağlamanın tek çaresine işlerlik kazandırmıştır. Na­maz ve oruç gibi başlıca ibadetler, güneşin doğuş ve batış zamanlarına göredir. Bunun ötesinde İslâm, mensuplarının çeşitli coğrafi böl­gelerde yaşadığı dünya çapında bir dindir; bu bölgelerde günlerin uzunluğu ve iklim şartları büyük farklılık arz etmektedir. Eğer kamerî yıl -bazı modernleşmiş müslümanların, getireceği sonuçların farkında olmadan ileri sürdükleri gibi- bir güneş yılı içinde sabit bırakılsaydı, muazzam bir adaletsizlik işlenmiş olacaktı; zira bazı müslümanlar daima uzun günlerde oruç tutacak veya hayatları boyunca diğerlerin­den daha zor şartlarda ibadet edeceklerdi. Yalnızca böyle bir uygu­lamayı yasaklamak tüm inananlar arasında ilâhî adaleti sağlayabilirdi. Kur’ân-ı Kerîm böylece bu âyetiyle İslâm ümmetinin gelecekteki durumunu hesaba katmış, coğrafî sınırlarının vahyin inmiş olduğu Arabistan’ın çok ötelerine uzanacağını önceden görmüş oluyordu”.

B. Hz. Peygamber Devrinde Takvim

Hicretin 2. yılında oruç ve kurban ibadetlerinin farz kılınmasıyla nesî’siz kamerî senenin kullanılması mecburiyeti ortaya çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in muhataplarına telkin ettiği zaman telak­kisi ve takvimle ilgili yaptığı düzenlemeler de Hz. Peygamber devrinde takvim alanında meydana gelen gelişmelerin bir parçası kabul edil­melidir.

Hz. Ömer zamanında son şeklini alıp resmiyet kazanan ve genel bir kullanım alanı bulan hicrî takvimin teşekkülü bir süreç dâhilinde ol­muştur. Rasûlullah’ın hicretinden sonra Müslümanlar, ister Rasûlullah’ın işaretiyle olsun, isterse kendi içtihatlarıyla olsun, gayr-ı resmî bir şekilde ve bir tamim söz konusu olmadan Rasûlullah’ın Medine’ye hicret vaktini (Rebiülevvel’i) tarih başlangıcı olarak kullanmaya başladılar. Bu takvimin ilk ayı Rebiülevvel, son ayı ise Safer’dir. Buna “gayr-ı resmî hicrî takvim” veya “asıl hicrî takvim” di­yebiliriz. Hz. Ömer ise bu “gayr-ı resmî hicrî takvimi” ihya edip son şeklini vermiş ve resmiyet kazanmasını sağlamıştır. Hz. Peygamber devrinde takvimle ilgili en önemli gelişme, hicretin 10. yılının Zilhicce ayında vuku bulan Veda Haccı’nda nesi’ uygulamasına fiilen son verilmesidir. Hz. Peygamber, Veda Hutbesi’nde nesi’ uygulamasını kaldır­makla kameri senenin tabiî akışını bozan unsuru bertaraf etmiştir. Böylece güneş yılını esas alan takvimlerden bağımsız, ayın hare­ketlerini esas alan bir takvimin ihdas edilmesinin yolunu açmıştır.

C. Hicrî Takvimin Resmî Tesisi

Daha önce ifade edildiği üzere Hz. Peygamber devrinde takvimle ilgili önemli adımlar atılmasına rağmen takvim meselesi belli bir usûle bağlanmamıştır. Bu durum, Hz. Ömer devrine kadar devam etti. Hz. Ömer devri, İslâm devletinin kısa bir süre içerisinde sınırlarının gen­işlediği, müslümanların daha yoğun bir şekilde çeşitli dinî, siyasî görüş ve medeniyetlerle temasa geçtiği, diğer milletlerin İslâm dairesine kitleler hâlinde girmeye başladığı, resmî muamelelerin, medenî müna­sebetlerin çoğaldığı, askerî faaliyetlerin geniş çapta yayıldığı, devlet gelirlerinin arttığı bir dönemdir. Bu gelişmelere paralel olarak, Hz. Ömer devrinde, devletin müesseseleri yerleşmeye başlamış, divanlar tertip edilmiş, yazılan evraklara tarih koyma ihtiyacı doğmuştur.

Söz konusu ihtiyaç, bazı sahâbîler tarafından da dile getirilmiş ve Hz. Ömer’e bildirilmiştir. Hz. Ömer de bir nevi dev­let şurası hükmünde olan sahâbelerin ileri gelenlerini toplayıp takvim meselesini onlarla istişare etmiştir. Bu istişarede bazı yabancı takvim­lerin kabulünü teklif edenler olmuş ise de bu teklifler ilgi gör­memiştir. İstişare neticesinde, Rasûlullah’ın hicretini tarih başlangıcı kabul eden ve senesinin ilk ayı Rebiülevvel olan nesî’siz gayr-ı resmî hicrî kameri takvim, Hz. Ömer tarafından hicretin 16 veya 17. yılının 15 Rebiülevveli’nde ihya edilip resmî hâle getirildi ve tamim edildi. Buna “resmî hicrî takvim” diyebiliriz. İbn Kuteybe’nin de işaret et­tiği gibi, “gayr-ı resmî nesî’siz kamerî hicrî takvim”de senenin ilk ayı Rebiülevvel iken “resmî hicrî takvimde daha önceki örfe uygun olarak yılın ilk ayı Muharrem kabul edildi. Böylece takvimde bir karışıklığın daha önü alınmış oldu. Bunun başka bir sebebi de Arap yarımadasında bu ayın hac mevsiminden sonra yılın ilk iş ayı olmasıdır.

Sahâbe, İslâm tarihine başlangıç tayin ederken dört alternatif üz­erinde durmuştur:

Hz. Peygamberin doğumu,

Hz. Peygamberin peygamberliği,

Hz. Peygamberin hicreti,

Hz. Peygamberin vefatı.

Alternatiflerin her birinin başlangıç olarak kabul edilmesi mümkün iken sahâbîler, hicret vaktini tarih başlangıcı olarak kabul etmeyi uygun bul­muştur. Zira Rasûlullah’ın doğumu ve peygamberlik vaktini, kesin olarak tayin edilemedikleri için; Hz. Peygamberin vefat zamanını ise verdiği hüzünden dolayı, yani insan psiko­lojisi açısından uygun görmediler. Sonuçta ashâb, Hicreti İslâm tari­hinin başlangıcı olarak kabul etti.

Netice itibariyle Mekkî nesî’li kamerî takvimin birtakım tadilat ve yenilikler yapılmış halefi mahiyetinde olan hicrî kamerî takvim, bir süreç dâhilinde teşekkül ederek Hz. Ömer zamanında son şeklini almış ve resmiyet kazanıp genel bir kullanım alanı bulmuştur.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s