KESİN BİLGİ

(Bu yazı ilk olarak 14.11.2013 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Başbakan Erdoğan, üniversiteli öğrencilerin karma bir şekilde kaldıkları evlere devlet eliyle yapılması planlanan müdahalelerin en önemli gerekçelerinde biri olarak, “muhafazakâr” bir hükümet partisi olmalarını göstermişti.

Doktora çalışmam kapsamında İstanbul’da bazı muhafazakâr üniversite öğrencileriyle de mülakatlar yapmıştım. Bu görüşmelerde dinî yaşam ve kadın-erkek ilişkileri açısından en çok dile getirilen sorunlardan biri, toplu taşıma araçlarındaki, özellikle de metrobüslerdeki aşırı kalabalık ortam idi.

Kendi oy verdikleri hükümetin bazı yönlerini eleştirirken hiç kimse kız ve erkek öğrencilerin beraber kaldıkları evlerden bahsetmedi; ama metrobüslerin durumu, genel olarak da İstanbul trafiğini iyileştirme konusundaki ihmallerinden dolayı hükümete ve İstanbul Belediyesi’ne yönelik bir hayli eleştiri duydum.

Hâl böyle olunca, çözüm bekleyen apaçık bazı sorunlar önümüzde durmasına rağmen, neden önceliği su götürür bir konu günlerce ülke gündemini işgal ediyor, anlamak zor.

Kesin bilgi (yakîn) ile şüpheli bilgi (şekk) arasındaki farkı iyi bilen “muhafazakâr” yöneticilerimiz, kesin bilginin her zaman öncelik taşıdığını ve tercih edilmesi gerektiğini de çok iyi bilirler.

Kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kaldıklarında ne yaptıkları, ayıp veya günah olarak neler işledikleri şüpheli bir bilgidir.

Ama İstanbul’un toplu taşıma araçlarındaki kadın ve erkek yolcuların hangi şartlarda ve ne şekilde yolculuk ettikleri kesin bir bilgidir.

Öğrencilerin mesafeli bir arkadaşlık kurup kurmadıkları ve fiziksel olarak birbirlerine ne kadar yaklaştıkları şüpheli bir bilgidir.

Ama metrobüslerdeki yolcuların birbirlerine fiziksel olarak ne kadar yaklaştıkları kesin bir bilgidir.

Sözkonusu öğrencilerin anne-babalarının o şekildeki bir arkadaşlıktan rahatsız olup olmadıkları şüpheli bir bilgidir; çünkü bazı anne-babalar farklı ahlak anlayışlarına sahip, hatta farklı dinlerin müntesibi olabilirler.

Ama toplu taşıma araçlarındaki onca kadın yolcunun babalarının, eşlerinin ve çocuklarının, kadınların maruz kaldıkları o hâlden rahatsız oldukları, sırf o hâli yaşatmamak için fazladan özel araç aldıkları ve bunun da İstanbul trafiğini ayrıca zora soktuğu kesin bir bilgidir.

Kızlı-erkekli beraber kalan öğrencilerin sayısı az olmakla birlikte dile getirilen veya zannedilen rakamlar, adı üstünde şüpheli bir bilgidir.

Ama her gün yüzlerce ve binlerce değil, onbinlerce kadın ve erkeğin mevcut şartlar altında yolculuk ettikleri çok kesin bir bilgidir.

Öğrencilerin tartışma konusu olan evlerde kendi özgür iradeleriyle yaşadıkları, o mekânların onların özel alanı olduğu ve demokratik seküler bir devletin onların bu tercihlerine polis eliyle müdahale edemeyeceği kesin bir bilgidir.

Şehir açısından bakacak olursak, İstanbul trafiğindeki sorunların çevreye, insanların psikolojilerine, vakitlerine, çalışmalarının verimine yaptığı olumsuz etkinin büyük olduğu kesin bir bilgidir.

Peki, muhafazakâr kültür veya din açısından mahsurlu görülen eylemlerde bulunanlara karşı muhafazakâr veya dindar bir hükümet partisinin müdahale yetkisi ne kadardır?

Seküler ve demokratik bir devletin dindar bir yöneticisi kendi din ve dünya görüşlerini icraatlarına ne derecede yansıtabilecektir?

Diğer taraftan, İslam’da devletin bireysel tercihlere ve özel alana müdahale konusunda yetkisinin sınırları nelerdir?

Asıl cevabı bulunması gereken soruların bunlar olduğunu düşünüyorum.

Yorum bırakın