Hayrettin Karaman, 24 Mayıs tarihli Yeni Şafak yazısında Cumhurbaşkanı ve hükümetin bazı söylemlerini “din istismarı” olarak görüp eleştirenlere tepki göstermiş, onları şu sıfatlarla itham etmiş: “Dindar Müslümanları, onların kurum, kuruluş, mâbed ve faaliyetlerini sevmeyenler, bunlardan rahatsız olanlar, İslam’ın güçlenmesini kendileri için bir tehdit olarak kabul edenler.”
Bununla birlikte, din istismarının ne olduğunu tarif ederken öyle yanlı ve yanıltıcı bir tanım yapmış ki, yazısının sonunda, eleştiri yapanların tövbe etmeleri gerektiğini anlıyorsunuz nerdeyse; zira bu eleştiriler ona göre, “din istismarının istismarı” oluyor!
2014 Aralık’ındaki diğer fetvasını hatırlattı bu ifadeler. O zaman da hükümeti yolsuzluk üzerinden eleştirenleri ‘uyarmış’ ve “Yolsuzluğa hırsızlık demek hata, yalan ve iftiradır” diyerek bizleri büyük bir ‘yanlıştan’ geri çevirmeye çalışmıştı!
Karaman Hoca, din istismarını ‘riya’, ‘yalan’ ve ‘nifak’ kavramlarıyla yer değiştirmiş görünüyor. Ona göre bir siyasetçi, “…siyasetle ilgilenmediği zamanlarda da ibadet ediyor ve din hizmetlerinde bulunuyor idiyse bunlara devam ediyor diye kendisini din istismarı ile damgalamak haksızlık olur”.
Öncelikle, son zamanlarda din istismarı ile ilgili yapılan eleştiriler arasında Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkililerinin “dindar” kimliklerine, namaz gibi ibadetlerine devam etmelerine, ya da mesela eşlerinin başörtülü olmalarına dair bir eleştiriye rastlamadım.
İkincisi, istismar ile ilgili yaptığı tarif, yukarıda da dediğim gibi, birer “münafık sıfatları” olan riya ve yalan ile ilgili. Hâlbuki, mesela Kubbealtı Lügati’ne göre istismar şu anlamlara geliyor: İşletme, faydalanma, birinin iyi niyetini kötüye kullanma, sömürme.
Çok sayıdaki örnek listesini buraya almak yer sınırı nedeniyle mümkün değil; bir örnekle yetineceğim.
Selahattin Demirtaş, 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasına getirilen yasak ile ilgili konuşurken şunları söyledi:
“Taksim Meydanı, Türkiye’deki 1 Mayıs’ın sembolüdür. Abartılı bir örnek olarak algılanmasın lütfen yapacağım karşılaştırma. Bire bir örnek gibi algılanmasın ama Müslümanlar Kâbe’ye giderler hacı olmak için. Museviler Kudüs’e giderler. Dinî inançların merkezleri vardır, mabetleri vardır. Onun dışında hiçbir yerde onu yapamazsınız. Evet dinî bir inanç olarak söylemiyorum fakat işçiler açısından da Taksim, olmazsa olmaz bir yerdir. Yani burada anma, kutlama yapılamazsa o yıl 1 Mayıs Türkiye’de kutlanmamış sayılır.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “inançlı bir müslüman” olduğunu açıkça ifade eden Demirtaş’ın bu sözlerini çok sayıda meydanda şu şekilde yansıtıp yorumladı:
“Taksim bizim Kâbe’mizdir diyor. Bizim Kâbe’miz bellidir. Bir zamanlar bu CHP’liler ‘Kâbe Arap’ın olsun bize Çankaya yeter’ diyordu. Şimdi de bunlar ‘Kâbe Arap’ın olsun bize Taksim yeter’ diyorlar…Benim dindar Kürt kardeşlerim inanıyorum ki bu yaklaşıma gereken dersi verecektir. Bizim kutsallarımıza saldıranları ayakta tutmayacaklardır… ‘Kudüs Yahudilerindir’ diyecek kadar ileri gidiyorlar. Değerli kardeşlerim, eğer zerre kadar bunların İslam’la alakası olsa bu ifadeyi kullanamaz… Kendilerine yeni Kâbe arayanları Kur’an elbette rahatsız eder. Bunların da kimler olduğunu biliyorsunuz. Benim Kürt kardeşlerim dinine sadıktır, sahiptir. Öyleyse, Zerdüştlük dinini kendilerine din edinen yöneticilere gerekli cevabı verecektir diye düşünüyorum.”
Muhalefete çatmanın bu hâli, tam da lügatte açıklandığı gibi, insanların dinî hassasiyetlerine hitap ederken, konuşanın “dindar” kimliğine olan güvenlerini kullanarak, delilsiz bir şekilde muhaliflerinin din karşıtı ya da başka dinlerden olduklarını ima ve iddia edip nefret söylemi üretiyor, muhaliflerinin din ile ilgili sözlerini manipüle ediyor, ve sonuçta dini kullanarak siyasi bir fayda sağlamayı hedefliyor…
(Bu yazı, 28.05.2015 tarihli Taraf Gazetesinde yayımlanmıştır.)