İSLAM BİR METİN DİNİDİR (2)

Geçen hafta, İslam’ın bir akıl dini olmasının yanı sıra, hattâ belki daha da ziyade bir metin dini olduğunu söylemiştim. Okurlarımın soruları ışığında buna biraz daha açıklık getirmeye çalışacağım…

Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki, İslam’ın bir metin dini olduğunu söylerken başka dinlerle kıyaslama yaparak bu sonuca varmıyorum; İslam üzerine yapılan tartışmalar içerisinde bu cümleyi kuruyorum. Yoksa, yazılı ya da sözlü ‘metni’ olan, din adamları ya da ruhban sınıfı olan her din, öyle ya da böyle, bir anlamda metin dinidir…

İslam’ın akla uygun olması ve makul emir ve yasaklar vazetmesi onu metinden bağımsız yapmıyor. Her ne kadar “Makasıd-ı Şeria”, “sebep ve hikmet” gibi kavramsallaştırma çalışmaları olsa da akılla açıklanmaya kapalı tutulmuş bazı alanlar var. En başta ‘ibadetler’ adı verilen ritüeller bu gruba giriyor.

Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin ayrıntılarında akılla açıklanabilen ve açıklanamayan alanlar. Akılla izahı mümkün görünmeyen emir ve yasaklar, zaman içinde İslami literatürde “taabbudî emirler” olarak isimlendirilmişler. Yani ‘sırf Allah’a itaati’ hedefleyen, akıl yoluyla künhüne vâkıf olunamayacak olan kurallar. Domuz eti yasağı gibi…

Allah’ın hükmüyle hükmetmek” konusu, İslam’da metni merkeze alan, ya da merkezde olması gerektiğini düşündüren diğer bir konu. Kur’an’da Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler “kâfirler”, “zalimler” ve “fasıklar” olarak nitelendiriliyorlar. Böylesi bir ‘tehdit’ karşısında mütedeyyin bir müslümanın kendi aklıyla meydana çıkarak metnin zahirine ters bir fikir beyan etmesi çok büyük cesaret gerektiriyor!

İslam hukukunda “ahkâmın değişmesi” tartışmaları bunun en verimli izlenebileceği alanlardan biri. Kur’an ve Sünnet’te sunulan emir, yasak ve tavsiyelerin hangileri değişebilir ve hangileri değişemez, değişmenin şartları nelerdir gibi soruların cevaplarının arandığı bu tartışmalarda bir hayli ilerleme kaydedilmiş olsa da bu gelişmeler henüz geniş müslüman kitlelere yansıtılmış değil.

Kitlelere yansıtılması bir yana, ‘yaşanan İslam’da, metnin kutsallığının her geçen gün abartılması, dışına yeni kabuklar kaplanması, yeni kutsalların ve ‘sorgulanması dahi düşünülemezler’in dine dâhil edilmesi gibi büyük bir din felsefesi ve din sosyolojisi sorunu ile karşı karşıyayız.

Bir tarafta Kur’an ve Sünnet, ve sonrasında mezhep külliyatı karşısında kendi ‘failliğini’ (agency) ve bireysel ‘iktidarını’ eline almaya çalışan, metinle ilişkisinde ‘mutlak suretle pasif’ bir muhatap olmak yerine sorumluluğunu ve iktidarını teslim almak çabasındaki ‘aktif- fail bir okuyucu’ grubu var.

Diğer tarafta ise, temel metinleri bir akıl ve düşünme objesi olarak görmek bir yana, onları Türkçesinden okumayı dahi düşünmemiş ve yapmamış, bununla birlikte, tarihteki mezhep imamlarını sorgulamadığı gibi onları da sorgulanması dahi düşünülemezler listesine eklemiş, üstüne üstlük, takip ettikleri cemaat ya da tarikat liderlerinin tavsiye ve görüşlerine kutsallık atfeden, kendi etraflarına kendi elleriyle tekrardan yıkılıp aşılması neredeyse mümkün olmayacak sözüm ona dinî duvarlar inşa eden kitleler var.

Ben metnin ‘tutucu’ gücünün mümkün olduğunca azaltılması, kabukların kırılıp öze ulaşılması, dinin ‘eklenmiş kutsallarından’ arındırılması gerektiğine inanıyorum.

Bunun için de, “İslami çalışmalar”ın sadece “İslami bilimler” yoluyla yapılmasının birinci ve en önemli yanlış olduğu kanaatindeyim. Çünkü İslam, tartışılması yalnızca İslami bilimlere bırakılamayacak kadar geniş, derin, ve hayati konuları içeriyor!

(Bu yazı, 23.07.2015 tarihli Taraf Gazetesinde yayımlanmıştır.)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s