MUHAFAZAKÂR AKLIN ELEŞTİRİSİ

(Kitabı ücretsiz indirmek için buraya tıklayınız.)

Muhafazakar Aklin Elestirisi - Kapak

Özelde Türkiye toplumu ve genelde müslüman dünya, modernleşme ve Batı ile olan karşılaşmasını başından beri çok çeşitli nedenlerle sağlıksız bir şekilde yürüttü. Bu sorunlu karşılaşmanın pratik sonuçları siyaset, sosyoloji, felsefe ve ahlak alanlarının hepsinde rahatlıkla gözlemlenebiliyor.

En radikalinden en reformistine kadar geniş bir yelpazedeki İslami hareketlerin varlığı, başta felsefe olmak üzere sosyal bilimler ile olan mesafeli ilişkiler, Avrupa’daki müslümanların tecrübe ettiği sorunlar, bir muhafazakar parti olarak AKP’nin söylem ve pratikleri, ülkede çoğulculuğun bir türlü hazmedilememesi, Türkiye toplumunun en keskin kutuplaşmalarından biri olan laik-dindar çatışması ve daha birçok konu, söz konusu ‘sorunlu karşılaşma’dan bağımsız değerlendirilemez.

Bunun yanı sıra müslüman toplumlar, kentlileşmenin, sanayileşmenin ve sanayi sonrası toplumsal yapının getirdikleri karşısında geleneğin ve dinin nasıl konumlandırılıp yorumlanması gerektiği konusunda büyük bir düşünsel boşlukla karşı karşıyalar.
Bu boşluğun oluşturduğu kriz, müslümanlar arasında daha çok muhafazakar-dindarları etkiliyor; çünkü onlar dinî değer ve ilkelerin, üstelik hükümlerin muhafaza edilip hayata geçirilmesi konularında ayrıca gündemlere ve ideallere sahipler; ‘kriz’e karşı öyle ya da böyle tepkileri, cevapları ve pratikleri var. Üstelik şimdiye dek krizlerin bazen nedenleri, bazen de sonuçları olageldiler…

Kitap işte bu gerçeklerden hareketle, muhafazakar-dindar müslümanları özel bir mercek altına almakla birlikte, genel olarak Türkiye toplumunun ve devletinin bazı sorunlarını ele alıyor. Ele alırken de, hazırlanmış paket cevaplar sunmaktan ziyade, öncelikle doğru soruları sormayı ve ana sorunları ortaya çıkararak birlikte tartışmayı önemsiyor.

2013-2015 tarihleri arasındaki Türkiye ve dünya gündemine bir bakış, yorum ve tanıklık da içeren bu yazıları, Gezi Parkı protestolarının hemen sonrasında başlayıp, 2015 Haziran’ındaki genel seçimlere kadar devam eden bir zaman diliminde yazdım. Kitapta bu süre zarfındaki siyasi ve sosyal olaylarla ilgili doğrudan ve dolaylı yorumları görebileceğiniz gibi, aynı zamanda ve daha çok, öne çıkan belli bazı olaylardan yola çıkarak genel felsefi, toplumsal ve siyasi sorunlara işaret edip tartışan yazılarla karşılaşacaksınız.

Kitap beş bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, genel olarak günümüz İslam düşüncesinde gördüğüm bazı aksaklıklara dönük tespitlerimi içeriyor; ikinci bölüm, Türkiye’nin muhafazakar-dindarlarına yönelik temel eleştirilerimi; üçüncü bölüm, devlet ile halk arasındaki sorunlu ilişkileri ve halkın muhalefet noktalarından birkaçını; dördüncü bölüm, Avrupa ile İslam ve müslümanlar arası ilişkide 2000’li yıllarda daha belirgin bir şekilde ortaya çıkan sorunların ipuçlarını; beşinci bölüm ise Türkiye toplumunun çoğulculuk konusundaki açmazlarını içeriyor.

İSLAM BİR METİN DİNİDİR (2)

Geçen hafta, İslam’ın bir akıl dini olmasının yanı sıra, hattâ belki daha da ziyade bir metin dini olduğunu söylemiştim. Okurlarımın soruları ışığında buna biraz daha açıklık getirmeye çalışacağım…

Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki, İslam’ın bir metin dini olduğunu söylerken başka dinlerle kıyaslama yaparak bu sonuca varmıyorum; İslam üzerine yapılan tartışmalar içerisinde bu cümleyi kuruyorum. Yoksa, yazılı ya da sözlü ‘metni’ olan, din adamları ya da ruhban sınıfı olan her din, öyle ya da böyle, bir anlamda metin dinidir…

İslam’ın akla uygun olması ve makul emir ve yasaklar vazetmesi onu metinden bağımsız yapmıyor. Her ne kadar “Makasıd-ı Şeria”, “sebep ve hikmet” gibi kavramsallaştırma çalışmaları olsa da akılla açıklanmaya kapalı tutulmuş bazı alanlar var. En başta ‘ibadetler’ adı verilen ritüeller bu gruba giriyor.

Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin ayrıntılarında akılla açıklanabilen ve açıklanamayan alanlar. Akılla izahı mümkün görünmeyen emir ve yasaklar, zaman içinde İslami literatürde “taabbudî emirler” olarak isimlendirilmişler. Yani ‘sırf Allah’a itaati’ hedefleyen, akıl yoluyla künhüne vâkıf olunamayacak olan kurallar. Domuz eti yasağı gibi…

Allah’ın hükmüyle hükmetmek” konusu, İslam’da metni merkeze alan, ya da merkezde olması gerektiğini düşündüren diğer bir konu. Kur’an’da Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler “kâfirler”, “zalimler” ve “fasıklar” olarak nitelendiriliyorlar. Böylesi bir ‘tehdit’ karşısında mütedeyyin bir müslümanın kendi aklıyla meydana çıkarak metnin zahirine ters bir fikir beyan etmesi çok büyük cesaret gerektiriyor!

İslam hukukunda “ahkâmın değişmesi” tartışmaları bunun en verimli izlenebileceği alanlardan biri. Kur’an ve Sünnet’te sunulan emir, yasak ve tavsiyelerin hangileri değişebilir ve hangileri değişemez, değişmenin şartları nelerdir gibi soruların cevaplarının arandığı bu tartışmalarda bir hayli ilerleme kaydedilmiş olsa da bu gelişmeler henüz geniş müslüman kitlelere yansıtılmış değil.

Kitlelere yansıtılması bir yana, ‘yaşanan İslam’da, metnin kutsallığının her geçen gün abartılması, dışına yeni kabuklar kaplanması, yeni kutsalların ve ‘sorgulanması dahi düşünülemezler’in dine dâhil edilmesi gibi büyük bir din felsefesi ve din sosyolojisi sorunu ile karşı karşıyayız.

Bir tarafta Kur’an ve Sünnet, ve sonrasında mezhep külliyatı karşısında kendi ‘failliğini’ (agency) ve bireysel ‘iktidarını’ eline almaya çalışan, metinle ilişkisinde ‘mutlak suretle pasif’ bir muhatap olmak yerine sorumluluğunu ve iktidarını teslim almak çabasındaki ‘aktif- fail bir okuyucu’ grubu var.

Diğer tarafta ise, temel metinleri bir akıl ve düşünme objesi olarak görmek bir yana, onları Türkçesinden okumayı dahi düşünmemiş ve yapmamış, bununla birlikte, tarihteki mezhep imamlarını sorgulamadığı gibi onları da sorgulanması dahi düşünülemezler listesine eklemiş, üstüne üstlük, takip ettikleri cemaat ya da tarikat liderlerinin tavsiye ve görüşlerine kutsallık atfeden, kendi etraflarına kendi elleriyle tekrardan yıkılıp aşılması neredeyse mümkün olmayacak sözüm ona dinî duvarlar inşa eden kitleler var.

Ben metnin ‘tutucu’ gücünün mümkün olduğunca azaltılması, kabukların kırılıp öze ulaşılması, dinin ‘eklenmiş kutsallarından’ arındırılması gerektiğine inanıyorum.

Bunun için de, “İslami çalışmalar”ın sadece “İslami bilimler” yoluyla yapılmasının birinci ve en önemli yanlış olduğu kanaatindeyim. Çünkü İslam, tartışılması yalnızca İslami bilimlere bırakılamayacak kadar geniş, derin, ve hayati konuları içeriyor!

(Bu yazı, 23.07.2015 tarihli Taraf Gazetesinde yayımlanmıştır.)

İSLAM BİR METİN DİNİDİR

İslam bir akıl dinidir” önermesine hepimiz aşinayızdır. Bununla İslam’ın akla uygun bir din olduğu, akıl ile çatışmayacağı, bütün emir ve yasaklarının birer rasyonalite içerdiği kastedilir. Bu iddiayla ilgili tartışmalar bir yana, ben İslam’ın, “akıl dini” olmanın yanı sıra, belki daha da çok bir “metin dini” olduğunu düşünüyorum.

İslam medeniyeti, bir metin medeniyeti olarak da açıklanabilir; metin, hayatın merkezindedir, ölçüyü belirler, çerçeveyi çizer, fikir ve davranışlara “İslamilik” istikameti verir. İslam’da metin hakemdir, kaynaktır, delildir, mercidir…

Dini yakından tanımayan insanlar, müslümanların bazı konulardaki bilgi ve fikirlerinde, bazı tutumlarında neden ısrarcı olduklarını kolay kolay anlamlandıramazlar. Bu “muhafazakâr” duruşu tutuculukla, mutaassıp olmakla, gelişmelere ayak uyduramamakla ilişkilendirmek gibi bir kolaycılığa kaçarlar.

Oysaki durum hiç de öyle kolaylıkla tanımlanacak kadar basit değildir. Konuya şu gibi sorular ışığında da açıklık getirilebilir: Müslümanlar da yeme- içme, cinsellik ve eğlence gibi konularda neden gönüllerince hareket edebilmeyi istemesinler? Bilhassa Avrupa’daki gibi gayrimüslim çoğunluklu ülkelerde yaşayan mütedeyyin müslümanlar, marketlerde neden her bir ürünün içeriğini kontrol etme zahmetine katlansınlar?

Giyim- kuşam konusunda neden bunca iç ve dış gerilimleri yaşamayı tercih etsinler? Özellikle de herhangi bir ortamda dinî tutum ve kimliklerini “açığa çıkaran”, kimi zaman sosyal ve hukuki ayrımcılıklara maruz kalmalarına da neden olan başörtüsü konusunda neden ısrar etsinler?

Bütün bu gibi gerilimleri sadece sosyolojik bazı nedenlerle, gelenekle, toplumsal kontrolle, ataerkil kültürle vs. açıklamaya çalışmak kolay ve görece ikna edici olsa da, açıklamayı sosyolojiye “indirgemek” İslam tarihini ve “İslam düşüncesi”ni pek yakından bilmeme hatasını belli eder. Sosyolojik faktörlerin muhafazakârlık üzerinde tahmin edilenden de büyük etkileri olduğunu ben de düşünüyorum; ama o faktörleri tek açıklayıcı olarak görmenin problemli tarafları var.

Yeme- içmede olduğu gibi cinsellik, eğlence, ekonomi, zaman kullanımı gibi konularda “iradi” olarak kabul edilen bazı kısıtlamaların, çoğu zaman aslında bir “kendini bilinçli bir şekilde mahrum etme” durumu olduğu çok açık…

Bu konuyu ele almayı şundan dolayı gerekli görüyorum: Bir kişisel ve toplumsal tutum olarak muhafazakârlık ile dinî muhafazakârlık birbirine rahatlıkla karıştırılabiliyor ve çoğu zaman ikincisi, birincisi ile aynı kefeye konuyor.

İslam’ın kurucu metin kaynakları olan “Kitap” ve “Sünnet”, bir müslümanın ‘İslam adına’ ve ‘İslam hakkında’ söz söylerken sırtını dayaması gereken temeller olarak görülür. Kitap denirken, 610-632 yılları arasında parça parça nazil olan Kur’an kastedilir. Sünnet ya da Hadis dendiğinde ise, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in söz, fiil ve onaylarına dair rivayetler kastedilir.

İslam düşüncesindeki, İcma, Kıyas, İstihsan, Mesâlih-i Mürsele, Örf gibi diğer “Şer’î deliller”in ve onlarla bağlantılı olan ‘içtihatların’ dahi, en baştaki Kitap ve Sünnet’e dayanması, onlar üzerine bina edilmesi, ya da en azından onlarla çatışmaması beklenir. Bir düşünceyi ‘İslami’ yapan da zaten bu ölçüdür denilebilir.

Savunulacak her yeni iddia ve verilecek her yeni hükmün, Kitap ve Sünnet ile bir şekilde uzlaşma içinde olması talep edilir; zahiren ve ilk bakışta bir uyuşmazlık görünüyorsa, iddia ya da hüküm sahibi, ‘izleyicileri’ (iki anlamını da kastediyorum), yaptığı yorumlarla, ‘aslında’ bir zıtlaşma olmadığına ikna etmek zorundadır…

Peki, metnin bu derecede önde olmasının tarih boyunca İslam düşüncesine olumlu ve olumsuz ne gibi etkileri oldu? Başka bir yazıda tartışalım.

(Bu yazı, 16.07.2015 tarihli Taraf Gazetesinde yayımlanmıştır.)