51- “Bir şey bâtıl oldukta ânın zımnındaki şey de batıl olur.”
Batıl: Geçersiz
Oldukta: Olduğunda
Zımn: Altındaki anlam; kapalı ifade
ânın: onun
Yani: Bir kısım söz ve sözleşmelerin kendileriyle kastedilen açık anlam ve hükümleri olmasının yanı sıra, onların altında yatan başka anlam ve hükümleri de bulunur ki, bunlara, “zımnen sabit olan şeyler” adı verilir. Bunların geçerli olup olmaması, kastedilen ve açıkça anlaşılan anlamın geçerli olup olmamasına bağlıdır.
Örnek: Müşteri, aldığı maldaki bir kusur için satıcıyla başka bir mal karşılığı sulh yapsa, anlaşsa, sonra müşterinin özel bir çabası olmadan o kusur düzelmiş olsa; ‘dolayısıyla’, yapılan sulh geçersiz olur.
52- “Asıl sabit olmadığı halde fer’in sabit olduğu vardır.”
Fer’: ‘Asl’a tabi olan
Yani: Fer’, sükut (düşme) bakımından asla tabi olmakla birlikte, sübut yönünden sürekli asla bağlı olmayabilir.
Örnek: Bir kimse, “filanın filana şu kadar borcu vardır, ben ona kefilim” derse, daha sonra asil’in, yani borçlunun inkarı üzerine alacaklı hak iddia ederse, borcu kefilin ödemesi gerekir. Asil, yani borçlu inkar ederek düşmüştür ama kefilin kefilliği düşmez, devam eder.
53- “Mâni ve muktezi tearuz edince mâni takdim olunur.”
Mani: Engelleyici unsur
Muktazi: Gerektirici unsur
Tearuz etmek: Karşı karşıya gelmek, çatışmak
Takdim olunmak: Öne geçirilmek
Yani: Bir konuda engelleyici unsur ile icap ettiren unsur birlikte bulunursa, engelleyici unsurun gereği yapılır.
Örnek:
- Kişi, borçlu olduğu kişinin elinde rehin olarak bulunan malı başkasına satamaz.
- Hakim, kendi çocuğunun yabancı biriyle ortak olduğu bir şirket lehine hüküm vermiş olsa, bu hüküm geçersizdir.
Fakat icap ettiren unsur üstün durumda olursa onun gereği yapılır. Mesela, açlıktan ölmek üzere olan kişinin başkasının malını almasına izin verilir.
54- “Aslın ibkâsı îfası kabil olmadığı hâlde bedeli îfâ olunur.”
İfa: Yapmak, ödemek
Kabil olmak: Mümkün olmak
Bedel: Burada sözü edilen bedel sadece para değil, zararı karşılayacak herhangi bir tedbirdir.
Yani: Geri ödemelerde asıl olan, malın bizzat kendisinin, şekil ve mana yönünden tam olarak iade edilmesidir. Bedelin ödenmesi sadece mana açısından bir iadedir ki, ancak aslın ödenmesi mümkün olmadığı zaman söz konusu olabilir.
55- “Bizzat tecviz olunmayan şey, bittebâ tecviz olunabilir.”
Bizzat: Kendisi, kendi başına
Tecviz olunmak: Uygun görülmek, onaylanmak
Bitteb’a: Tabi olmakla
Örnek: Yol (mürur) ve sulama (şirb) gibi gibi irtifak hakları tek başlarına vakfedilemezken, ilgili oldukları mallarla birlikte vakfedilebilmektedirler. İçinde aktığı kanala tabi kılınarak suyun vakfı da caiz görülmüştür.
56- “İbtidaen tecviz olunamayan şey bekâen tecviz olunabilir.”
İbtidaen: Başlangıçta
Bekaen: Sonunda
Örnek: Ücretsiz satış sözleşmesi fasittir; ancak akit ücretle yapıldıktan sonra satıcının müşteriden ücreti kaldırması sahihtir ve akit de fasit olmaz.
57- “Beka, ibtidâdan esheldir.”
Beka: Devam ettirmek
İbtida: Başlamak
Eshel: Daha kolay
Yani: Bir şeyi olduğu hal üzere bırakmak, yeni hüküm inşa etmekten daha kolaydır.
Örnek: Yerine vekil bırakma yetkisi bulunmayan bir hakimin bıraktığı vekilin verdiği hüküm geçersizdir. Fakat sözü edilen hakim, vekilin verdiği hükmü daha sonradan kendisi onaylarsa bu hüküm caiz olur. Dolayısıyla başlangıçta caiz olmayan vekil bırakma işlemi ‘bekaen’ geçerli görülmüştür.
58- “Teberru’ ancak kabz ile tamam olur.”
Teberru (akitleri): Bedelsiz akitler (Hibe, ariyet, vasiyet ve sadaka)
Kabz: Karşı tarafın malı eline alması
Yani: Teberru akitleri kabz, yani karşı tarafın malı bizzat teslim alma işlemi olmadan gerçekleşmiş olmaz.
Örnek: Geliri yılsonunda ele geçen bir vakıftan, hizmet karşılığı pay alan bir kişi, henüz vakfın geliri elde edilmeden ölmüş olsa, o kişinin hizmet ettiği süre içinde hak ettiği ücret, mirasçılarına ödenir. Çünkü ücreti hak etmek için kabz şart değildir. Ama bir hizmet karşılığı olmadan vakıftan pay alam durumundaki bir kişi, yılsonu gelmeden ölmüş olsa, mirasçılarına bir şey ödemek gerekmez. Zira vakıf bir teberrudur ve ancak kabz ile tamam olur.
İstisna: Vasiyet
59- “Raiyye, yani teb’a üzerine tasarruf maslahata menuttur.”
Raiye, teb’a: Devlet başkanı veya başka bir idarecinin yönetimi altında bulunan bütün insanlar.
Maslahat: Fayda
Menut: Dönük
Yani: İnsanları idare etmekle görevli olan yetkili kişiler, görevlerini yaparlarken halkın genel yararını gözetmek zorundadırlar.
Örnek: Bazen kamu yararıyla şahsın menfaati çatıştığında, şahsın uğrayacağı maddi zarar karşılanmak kaydıyla kamunun yararı tercih edilir. Mesela, bir yolun genişletilmesi gerekiyorsa devlet, yolun geçeceği yerin sahibinin arazi ücretini hazineden ödeyerek yolu genişletebilir.
60- “Velâyet-i hâssa velâyet-i âmmeden akvâdır.”
Velâyet: Reşit olan bir kimsenin, ehliyeti eksik olan birinin şahsi ve mali işlerini yönetme konusunda yetkili olmasıdır.
Velâyet-i hâssa: Ehliyeti eksik şahıslar adına yetki kullanmanın yanı sıra, vakfın mütevellisi olmak gibi bazı özel görevleri de içine almaktadır ki, bu, üç sınıfta değerlendirilir:
- Yalnız nikah,
- Yalnız mal,
- Hem nikah hem mal konusundaki veliliktir.
Velayet-i âmme: Devlet başkanının ya da devletin yetki verdiği yargı kurumlarının, kamu düzenini sağlamak ve halkın yararına olan düzenlemeleri yapmak üzere ellerinde bulunan hukuki yetkilerdir.
Akvâ: Daha kuvvetli
Örnek: Bir vakfın mütevellisi varken, hakim o vakfın malında tasarrufta bulunamaz. İsterse onu kendisi tayin etmiş olsun. Hatta hakim, vakıf malını kiraya verse, mütevelli onun akdini geçersiz kılabilir.