HER YAZI BİR FADO ARTIK

Lizbon’daki Tejo nehrini Atlas Okyanusu’na bağlayan o ağızdaki Belém kulesi ve çevresinden kimbilir ne gözler, ne umutlarla, ne gözyaşları dökerek uzaklara bakmışlardır zamanında.

Eşlerini, oğullarını, sevgililerini, kardeşlerini denizlere uğurladıktan sonra kimbilir ümit ile korku arasında ne çok zikzaklar çizmişlerdir Portekizli kadınlar.

Gidenin mi yoksa kalanın mı daha çok acı çektiği sorusunun cevabıdır aslında o kadınların durumu. Giden, iki tarafın durumu hakkında daha çok şey bilmektedir; geride kalıp bekleyen ise öteki taraf hakkında en ufak bir ipucuna bile sahip değildir bu tür bir ayrılıkta.

Öylece beklemekte, bir taraftan umudunu kaybetmemek için elinden geleni yaparken diğer taraftan da kendisini en olumsuz ihtimallere bile hazırlamaktadır.

İşte bu, aslında ‘kader’ denen şeyin ta kendisidir; bu süreçte bekleyenin elinden hiçbir şey gelmemektedir çünkü. Kendisini kaderine teslim etmekten, meçhul sonuca razı olmaktan başka yapılabilecek bir şey yoktur.

Lizbonlu kadınların denize gönderdikleri sevdiklerinin ardından yaktıkları ağıtlara “Fado”, yani “kader” denmesinin sebebi de bu olsa gerek.

Yıllarca biriktirilen umutlar ve yapılan onca gelecek planlarına rağmen kader karşısında öyle bir çaresizlik hâlidir, ve olumsuz sonuçlar karşısında çekilen öyle büyük bir acıdır ki bu, şehrin sokaklarında hâlâ o günkü tazeliğiyle duyabilirsiniz Fado çığlıklarını.

Öyle içten söylenmişlerdir ki, dilini anlamasanız da saatlerce o derde ortak olarak dinleyip etkilenebilirsiniz Fadolardan.

Seferberliğe ya da Avrupa’ya eşlerini, nişanlılarını ya da oğullarını işçi olarak gönderip aylarca ve yıllarca haber alamadan evlerinde kendilerine çizilen ‘kader’i bekleyen bizim kadınlarımızın yaşadıkları çaresizlikten farksızdır bu acı.

Acı her yerde acı, çaresizlik her yerde çaresizliktir çünkü…

Lizbon’da birkaç günlüğüne dünya gündeminden tamamen sıyrılıp kendimi Portekiz kültür ve sanatının kollarına bırakmıştım ki karşıma yine bir şekilde Türkiye’nin iç siyasi sorunları çıktı; ortaya çıkan ses kayıtları, yolsuzluk iddiaları, iç karartıcı tartışmalar…

Oturmuş Fado dinleyerek birkaç yüzyıl öncesindeki Portekizli kadınların acılarını, solan ümitlerini anlamaya çalışırken, kendimi ülkemizin umut ile karamsarlık arasındaki sallanışına üzülürken buldum.

Ülkede devlet tarafından yapılan baskıların kalkacağına, artık sivil toplumun sesinin devlet yönetiminde daha da etkili olacağına dair ümitlerin sarsılmasınaydı bu üzüntü.

Onlarca yıllık kötü yönetimlerden sonra ilk defa bir hükümetin işini iyi yapacağına, devlet-toplum karşılaşmalarında tercihini toplumdan yana kullanacağına dair beslenip büyütülen devasa güvenin tuzla buz olmayla karşı karşıya kalmasınaydı.

Şahıslara değil prensiplere bağlı, kişisel inisiyatiflere değil hukuka dayanan, kutuplaşmaya değil toplumsal uyuma yatırım yapan bir sisteme yönelik beklentilerin sonucuna dair kaygılı bir bekleyişeydi.

Bizim de yaşadığımız bir nevi ‘kader’dir artık.

Sonucunun ne olacağını hiç kestiremediğimiz, hakkaniyeti elden bırakmadan sadece karşımıza gelen haberlere göre bir kanaat belirlemekten ve kendimizi ister istemez o öngörülemeyen geleceğin ellerine teslim etmekten başka yapacak bir şeyimiz yok.

Ülkeye dair umutlarımızı bir süredir denizlere uğurladık ve o denizlerin bize neler getireceğini endişe içinde bekliyoruz.

Bu süreçte yazılan her yazı bir Fado; dillendirilen her yorum ve eleştiri, denize uğurlanmak zorunda kalıp beklenen, gittikçe daha da özlenen değerlere birer ağıttır artık…

(Bu yazı 06.03.2014 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s