AHLAKSIZ DİNDARLIK

Üstelik dindar” oldukları hâlde ahlaki konularda eksiklik ve zaafları göze çarpan bazı insanlar çoğunlukla şaşkınlığa ya da eleştirilere neden olurlar. Çünkü kendilerinden, doğal olarak, inanç ve prensipleriyle tutarlılık içinde olan ahlaklı bir yaşam pratiği beklenir.

Canlı-cansız bütün varlıkların Allah’ı andıklarına inanan bir insanın olağanüstü bir çevre bilincine sahip olacağını varsayarsınız mesela; bir ağacın kesilmesi karşısında bile adeta bir insan kesilmiş gibi bir irkilme yaşayacağını tahmin edersiniz.

Kıyametin kopup dünyanın yerle bir olacağının anlaşıldığı bir anda bile eldeki fidanın dikilmesini tavsiye eden peygamberin ümmetinin, ülkenin ve dünyanın en önemli çevreci derneklerini kuracaklarını beklersiniz.

Yaratılanı “Yaratan’dan ötürü” sevdiğini söyleyen insanlardan, hayvanların yaşam koşulları ve onlara reva görülen muamelelerle ilgili olarak fazladan bir duyarlılık beklentisine girersiniz.

Sokak köpeklerinden küçücük böceklere kadar her türden canlıya karşı canavarmış gibi muamele etmelerini değil, onların hayatta kalmaları için olağanüstü bir çaba sarf etmelerini beklersiniz.

Tabii ki insan haklarıyla ilgili de fevkalade bir titizlik beklersiniz. Din, ırk, mezhep ve grubuna bakmaksızın, insan hakkı ve canı sözkonusu olduğunda en cesur yürekliliklerden birinin dindarlar tarafından sergileneceğini ümit edersiniz.

Bir insanı öldürenin “bütün insanlığı öldürmüş gibi” olacağını, “kul hakkı” kavramının istisnasız bütün insanları kapsadığını beyan eden bir dinin mü’minleridirler çünkü. Zulüm ve haksızlıklara maruz kalanın din ve milletini sormadan, elini derhal taşın altına koyan bir peygamberin ümmetidirler…

Dinin sahibi”nin yapmaktan uzak durduğu ayrımcılığı, dışlamayı, şeytanlaştırmayı, üstelik ‘din ve dindarlık adına’ yapanlar karşısında ne diyeceğinizi bilemez, öylece kalakalırsınız.

Kendilerini “dindar” olarak tanımlayanların bazıları, kendi kişisel hırsları, kibirleri ve kinlerine dinin en kutsal cümlelerini öyle bir kılıf olarak biçerler ki, ortadaki ucube duruma dindarlık demeye diliniz varmaz, bunun adı olsa olsa “dincilik”tir der, bu karmaşada en azından önemli kavramların itibarını kurtarma telaşına düşersiniz.

Birbirlerini sevmedikçe “gerçek anlamda iman etmiş olamayacakları” konusunda sarsıcı şekilde ikaz edilen din mensuplarının, yaşadıkları ülkedeki en kucaklayıcı ve diyaloga en açık olan kesimi teşkil edeceklerinden emin olmak istersiniz.

Ama dünyanın başka yerlerindeki mazlum Müslümanlar için oluşturulan saygıdeğer duyarlılığın, ülkelerindeki Kürt “kardeşlerinden” ve diğer din ve mezhep müntesiplerinden neden esirgendiğini anlayamazsınız.

Anketlerde “en dindar” ülkeler sıralamasında başlarda yer alan bir toplumda her türden tacizin, kadına şiddetin, çocuk istismarının, töre cinayetlerinin, çocuk gelinlerin, isçi hakları ihlallerinin neden bu kadar yaygın olabildiğine bir türlü anlam veremezsiniz.

Umulanın tersine, böyle “dindar” bir ülkede kadın olarak yaşamanın ne kadar zor olduğunu, kadınların kendi ayakları üzerinde durmak için baş etmek zorunda kaldıkları sorunları üzülerek seyredersiniz.

Peki, İslam’ın hayatın her alanını kuşatan bir din olduğu, din ve dindarlıktaki amacın da “güzel ahlakı tamamlamak” olduğu belirtilirken, Müslümanların bir kısmı ahlaki konularda neden bu tür tutarsızlıkları sergilemektedir?

En inançlı’ ülkelerden biri olmakla gurur duyarken, neden aynı zamanda, siyasetten iş hayatına, sosyal ilişkilerimizden ticari ilişkilerimize kadar her alanda ‘en ahlaklı’ toplumlardan biri olduğumuzu da hemen peşi sıra söyleyemiyoruz?

(Haftaya devam edelim.)

(Bu yazı, 13.03.2014 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s