DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ

En dindar ve en inançlı toplumlar listesinde gayet yukarılarda yer almamıza rağmen neden sosyal ve siyasi hayatta, iş ve ticaret ahlakı gibi alanlarda en iyiler listesinde yer alamıyoruz? Ahlak seviyemiz ve bilincimiz neden inançlarımız ve ibadetlerimizle doğru orantılı yükselmiyor?

Bu zor sorunun çeşitli açılardan verilebilecek çok sayıda cevabı var elbette. Bunların en açık olanlarından biri, din eğitimi anlayış ve metodumuzdaki sorunlar.

Bizde din, daha çok bir ‘bilgi malzemesi’dir. Öğrenilir, ezberlenir ve anlatılır. Camilerden okullara, İmam-Hatiplerden İlahiyat fakültelerine kadar, resmî eğitim veren kurumların hemen hepsinde bu böyledir.

Ailelerde çocuğa “dinî eğitimini tamamlatmak” derken kastedilen, Türkçesini bilmeden Arapçasından öğrenilen ve toplamda birkaç sayfa yer tutan dualar ile küçük sureler, abdest ve namaz gibi bazı ritüellerin yapılış şekilleri, ve bazı itikat konularının ezberletilmesinden ibarettir.

İlginçtir, aynı durum “hafızlar”, yani Kur’an’ı tamamen ezberleyenler için de geçerlidir. Altı yüz küsur sayfalık bir kitabı kelimesi kelimesine ezberlemek, ama bir cümlesini bile anlayıp tercüme edememek, din eğitimi anlayışımızın en acı örneklerinden.

Zaten genellikle bizde Kur’an, Tanrı’dan insanlığa gönderilmiş bir mesajlar bütünü olarak görülüp heyecanla okunan, her bir ayetinin anlamı üzerine derinlemesine anlama çabalarına girişilen bir metin değildir.

Kur’an’a daha çok mistik huzur veren bir ‘zikir ve tesbih kitabı’ gibi bakılır; Türkçesinden de okuyup anlayarak içinden bir yaşam tarzı prensipleri çıkarılması gereken bir ‘hayat kitabı’ olarak değil.

Bu durumda bir ‘dindarlık belirtisi’ olarak Kutsal Kitabı okuma oranı ülkede gayet yüksek olsa da, bu okumaların hayata ve ahlaka yansıması aynı derecede yüksek olmuyor hâliyle.

İslam peygamberinin hayatı ve sözleri de bu ‘yanlış okuma’ sorunundan payını alıyor. Peygamberin hayatı ve konuşmaları ile ilgili kitaplar, onun ahlak anlayışını ve çeşitli konulardaki tutumlarını ‘analiz’ etmekten uzaktır örneğin. Bu konuda, kitapçılardaki “Siyer” eserlerinin sayısına, içeriğine ve konuları ele alış şekline bakmak yeterince ipucu verecektir.

Peygamber neyi, neden ve nasıl yapmıştır? Bunlar üzerine yoğunlaşmak ve sonucunda bir yaşam ve ahlak felsefesi inşa etmek yerine, çoğunlukla mucizelerden, siyasi mücadelelerden ve duygusal içerikli rivayetlerden bahsetmek tercih edilir.

Akıldan daha çok duyguya hitap eden bir rivayet geleneğinin sonucunda ise, ahlaki tutumlarımız “maneviyatımıza”, yani dinî duygularımızın yoğunluk derecesine ve sosyal ortamımıza bağlı olarak değişen bir dalgalanma arz eder.

İmanın şartları” olarak bahsedilen ve İslam akaidinin temellerini teşkil eden konular da sorgulamalardan uzak birer bilgi nesnesidir. Bu konularda aklı ikna etme çabası gereksiz ve hatta ‘tehlikeli’ olarak görülür çoğunluk tarafından.

Tevhid” akidesi, teolojik hükümleri haricinde, örneğin ‘eşitlikçi bir toplum’ konusunda insanlara neler söylemektedir? “Cüz’i irade” kavramının ‘sorumluluk bilinci’ açısından karşılığı nedir? İnsanı ve hayatı ilgilendiren bu gibi soruların üzerine gidilmez; insandan ve hayattan uzak bir “din kültürü” geliştirilir.

Sorgulamaların olmadığı, eleştirel bir aklın kendisine pek yer bulamadığı böylesi bir din ve ahlak eğitiminin sonucunda ise, ahlaki konular ‘özümsenmiş’ birer değer olmaktan daha çok, ‘korku’ ve ‘toplumsal müeyyide’ üzerine bina edilen bir ‘öğrenilmiş davranışlar bütünü’ hâline gelir.

(Bu yazı 20.03.2014 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s