(Hilmi Yavuz)
Paul de Man, Kutsal (‘das Heilige’) ile Söz (‘Wort’) arasındaki bağıntı üzerine Heidegger’in Hölderlin’in bir şiirinden yola çıkarak yaptığı okumanın bir yanlış ya da (‘kör’) okuma’ olduğunu öne sürer.
Hölderlin’in ‘Ve gördüğüm, Kutsal olan, Sözüm olsun benim!’ (‘und was ich sah, das Heilige sei mein Wort’) dizesini Heidegger, kutsallık (ya da, Tanrısallık) ile Söz ya da Dil arasındaki birlik arzusunun gerçekleşmesi olarak yorumlamıştır. Paul de Man, Heidegger’in bu dizeyi ‘Ve gördüğüm, Kutsal olan, Sözüm olsun benim!’ biçiminde değil, ‘Ve gördüğüm, Kutsal olan, Sözümdür benim!’ diye okuduğunu bildirir ve Heidegger’in, olması istenen ya da arzulanan’ı imleyen fiili (‘sei’), olmuş olan’ı imleyen fiil (‘ist’) gibi okuyarak, dizeyi bu bağlamda yorumladığını öne sürer. Öyleyse şunu söyleyebiliriz: Heidegger, dizeyi böyle okumakla Varlık’ın dolayımsız kavranışının (Grekçe: ‘parousia’), Kutsal olan’la Söz arasında kurulan bağıntı ile gerçekleştiğini göstermek istemiş olmalıdır.
Heidegger’in bu yorumu, Cyrus Hamlyn’in de belirttiği gibi, Hölderlin’in şiirinin ‘panteist bir şiir olarak okunmasını ve dolayısıyla, dini ve felsefi kavrayışın birliğinin öne sürülmesini olanaklı kılıyor. Peki de bunun anlamı nedir? Bunun anlamı, hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki, Hölderlin’in dizelerini Vahiy (evet, Vahiy!) düzeyine çıkartmayı öngörmektir ve bu bir ontolojik yanılsamadır;– vahim bir yanılsama! Ve, haydi Paul de Man gibi söyleyeyim: Bir ‘kör okuma’!..
Kutsal olan’la Söz arasında bir birliğin kurulup kurulamayacağı meselesi, geçen hafta da belirtmiştim, Hıristiyanlığa ait bir meseledir. Paul de Man, bu birliğin olanaksız olduğunu öne sürerken, örtük bir biçimde Hıristiyanlığa gönderme yapıyor olmalıdır. Gerçekten de Hıristiyanlıkta Söz’ün Kutsal olan’la Varlık’ın dolayımsız kavranışını sağlayacak biçimde birleşmesi olanaksızdır. Belki bir istisnasıyla: ‘Parousia’nın bir ‘içkinlik’ olarak okunması (nitekim, bu kavramı ‘pay alma’ diye çevirenler olduğu gibi, ‘içkinlik’ olarak çevirenler de var!), Söz’ü Varlık’a, oradan da Varlık’ın özü olan Kutsal olan’a eklemlemeyi olanaklı kılıyormuş gibi gözükebilir. Hölderlin’e atfedilen panteizm, Varlık ile Kutsal olan’ın ilksel ya da kökendeki birliğine, ‘şiirsel Söz’le geri dönülebileceğine telmihte bulunuyor olmalıdır: Söz ve Kutsal olan, başlangıç’ta, Bir’di; bu birliği yeniden ancak Şiirsel Söz kurabilir! Heidegger, Hölderlin’i böyle okuyor…
Oysa Söz’ün İslami bağlamı ve onun Allah’la olan ilişkisi farklıdır;– hem de radikal biçimde farklı! (Dikkat edilirse, burada artık, ‘Kutsal olan’dan değil, Allah’tan söz edilmektedir). İslam’da Söz’le Allah arasındaki bağıntı, Vahiy’le kurulmuştur: Heidegger’in Hıristiyanlık bağlamında yapmaya çalıştığı, İslam’da Vahiy’le kurulmuş olan Söz ve Allah ilişkisinin, Hıristiyanlıkta, şiirsel Söz’le kurulabileceğini (Hölderlin’e atfedildiği gibi) ortaya koymaktır. Yukarıda da belirttim: Hölderlin’in sözlerini Vahiy düzeyine çıkartmayı öngören ontolojik bir yanılsamadır bu;– başka bir şey değil!
Bir defa daha belirteyim: İslam’da Söz’le Allah arasındaki ilişki Vahiy dolayımında kurulur. Dolayısıyla İslam’ın şiirsel Söz’le Kutsal olan’ın birleştirilmesi gibi bir meselesi yoktur;– olamaz da! Bunu yapmaya kalkışmak Kur’an (‘Kelamullah’ın) ontolojik konumundaki ayrıcalığın ortadan kaldırılması anlamına gelir. Kur’an’ı şiirle aynı ontolojik düzeye koymak! Mutezilenin içine düştüğü sapkınlık da buradan kaynaklanmaktadır.
Şiirsel Söz, Dil’le Kutsal Olan’ı Birleştirebilir mi?
Heidegger’in ‘Kutsal olan’la Söz’ün birliğini Hölderlin’e atfederek yorumlaması, Paul de Man’ın ‘Blindness and Insight’da söz konusu ettiği eleştirilerin ötesinde, Hıristiyanlığın temeline ilişkin birtakım problemleri de birlikte getiriyor.
Heidegger, geçen hafta da belirtmiştim, Hölderlin dolayımında şiirsel Söz’ü, Vahiy düzeyine çıkartmayı öngören bir ontolojik yanılsamanın kurbanıdır;– evet, ama Hıristiyanlık bağlamında belirli bir meşruiyet zemini bulunan bir yanılsama…
Açıklayayım: Hıristiyanlık, Kutsal Söz’e dayalı bir Vahiy dini değildir. Prof. Seyyid Hüseyin Nasr’ın İslam Araştırmaları Dergisi’nde (sayı: 1) Adnan Arslan’la yaptığı söyleşide de belirttiği gibi, sadece Arapça, Sanskritçe ve İbranice ‘kutsal diller’dir ve ‘o dillerde Vahiy adına söylenen her şey, Tanrı’nın dilidir. ‘Hz. İsa’nın konuştuğu dil ise, Aramice’dir ve Allah, ne bu dilde ne de İnciller’in yazıldığı Yunanca ve Latince’de Vahiy göndermemiştir. Prof. Nasr’ın belirttiği gibi, hiç kimse, ‘Tanrı’nın Latince ve Yunanca konuştuğunu söyleyemez.’ Elbette, Kur’an–ı Kerim’de de ifade edildiği gibi, İncil, ‘Allah’ın Kitabı’dır, ama bu Hz. İsa’nın Kelam’ın (‘Logos’un) bir tezahürü olmasından dolayıdır;– yoksa, İnciller’in doğrudan Kelamullah olmasından dolayı değil! Şüphesiz, Allah, eğer isteseydi, elbette, tıpkı Hz. Muhammed’e vahyettiği gibi, Hz. İsa’ya da, onun konuştuğu dilde (Arami dili) Vahiy gönderebilirdi;– ama göndermemiştir ve bu, bence, Hıristiyanlık’ta, ‘Kutsal olan’la ‘Söz arasındaki ilişkiyi, problematik kılmaktadır.
Heidegger’in, bu problematik durumun yarattığı meşruiyet zemininden yararlandığı söylenebilir. Hıristiyanlıkta Söz’ü (‘Kelam’; ‘Logos’), Hz. İsa’nın Beden’inden ayırarak Dil’e aktarmak! Heidegger’in, yapmak istediği, sanırım, budur: Kutsal olan’la (‘Beden’) Söz arasındaki ilişkinin, şiirsel Söz’le kurulabilmesi olanaklarını araştırmak! Hölderlin’in şiirini Vahiy düzeyine çıkarmak! Benim ‘ontolojik yanılgı’ olarak gördüğüm de, işte tastamam budur!
Daha önce de yazdımdı: İslam, bu türden ‘ontolojik yanılsamalar’ için hiçbir (evet, hiçbir!) meşruiyet zemini tanımaz. Hıristiyanlıkta belirli bir meşruiyet zemininden söz edilebilmesine karşılık, İslam’da mesela Mutezile’nin sergilediği benzer tavrın ‘sapkınlık’ (heresy) telakki edilmesi de bundan dolayıdır. Prof. Dr. Talat Koçyiğit, ‘Kelamcılarla Hadisçiler Arasındaki Münakaşalar’ adlı o çok değerli kitabında, Mutezile’nin Kur’an’a ‘lüzumundan fazla değer vermeye tarafdar olmadıklarını’ bildirir. Ünlü Mutezile imamlarından en–Nazzam, bu konuda en müfrit tavır sergileyenlerden biridir. En–Nazzam’ın, el Fark beyne’l–Firak’tan alıntılayarak söylersem, ‘Kur’an’ın nizam ve kelimelerindeki telifin güzelliği, Hz. Peygamber’in mucizelerinden değildir. (…) (H)erkes bunun gibisini ve daha güzelini yapmaya kaadirdir.’ sözleri, Prof. Koçyiğit’in de belirttiği gibi, Mutezile’nin ‘Kur’an hakkındaki zayıf itikatlarının delillerinden sadece biri’dir. Evet, belki daha güzeli (?) yazılabilir;– ama bu, Kelamullah olmaz! Ebu Zeyd’in ‘İlahi Hitabın Menşei’nde ifade ettiği gibi, Kur’an’ın, ‘özel bir metin’ olması ve bu özelliğinin, ‘onun kutsallığından, İlahi menşeli oluşundan’ kaynaklanması, ona bu ontolojik ayrıcalığı sağlar.
Ebu Zeyd, Kur’an’ın İlahi menşeli olmasının yanı sıra, onun, yine de, ‘belli bir kültüre ait bir dinsel metin’ olduğunu da bildiriyor. Bu, elbette doğrudur! Ama Kur’an’ın ‘İlahi menşeli’ bir Kitap, yani Vahiy oluşunu değil de, ‘belli bir kültüre ait dinsel metin’ oluşunu öne çıkarmak, ona en–Nazzam ve Mutezile gibi bakmak ve Kur’an’ı Şiir’e indirgemek anlamına gelecektir. Kur’an’ın şiirsel Söz karşısındaki ontolojik ayrıcalığından söz ederken kastettiğim de elbette bundan başka bir şey değildir.
Dolayısıyla, İslam’da Söz’ün Kutsal olan’la birleşmesi diye bir durum söz konusu olamaz. Hıristiyanlık’ta Vahiy, yukarıda da belirttiğim gibi, Söz olarak Vahiy değil, Beden (Hz. İsa’nın bedeni) olarak Vahiy olduğu için, Söz ile Kutsallık arasında bir birlik arzusunun anlaşılabilir, meşru bir zemini vardır. Ama bu birlik arzusunun, mesela Hölderlin’in şiirinde gerçekleşmiş olması iddiası (her ne kadar Paul de Man, bu birliği olanaksız görüyor olsa da!), Kutsal olan’la Söz arasındaki parousia’nın bir içkinlik olarak, Varlık’ın özünü (onun dolaysız kavranışını) vermesi anlamında şiirsel Söz’ü, olsa olsa, ‘dinî ve felsefî kavrayışın birliğini’ sağlayacak konuma getirebilir belki;– ama onu, hiçbir zaman Vahyin ontolojik konumuna yükseltemez…
Kelamullah’ın Panteizmi dışta bırakması da bundan dolayıdır. İslam’da Varlık’ın özü, Söz’e içkin değildir. Öyle olsaydı eğer, varlığın Kutsal olan’dan pay alması’ndan (‘parousia’) söz edilebilirdi. Oysa, İslam’da Varlık’ın özü, Söz’e aşkındır (transcendent) ve bu da Kelamullah’ın Gayb’ın Dili olmasıyla ilişkilidir: Kur’an dışında hiçbir söz, Gayb’ı, yani söz’e aşkın olanı dile getirmek iktidarına sahip değildir.
Degerli bilgiler icin tesekkurler.