Mecelle (11-20)

11- “Sıfat-ı arızada asl olan ademdir.”

Sıfat: Asli ve arızi olmak üzere ikiye ayrılır. Hayat, sağlık gibi, bir şeyin zatıyla kaim olan sıfatlar, “asli” sıfatlardır. Mesela hayat, insanın sıfatıdır ve hayat olmazsa insan yaşayamayacağı için bu sıfat, asli sıfattır. Ticaret malının kusurlu olması gibi, sonradan meydana gelen sıfatlar ise “arızi” olarak değerlendirilir.

Adem: Yokluk

Örnek: Bir kişi başkası hakkında, o kimsenin kendisiyle bir sözleşmesi olduğunu veya malını telef ettiğini ya da bir suç işlediğini iddia eder, o da inkar ederse, davacı iddiasını ispatlayıncaya kadar söz, davalının olur. Çünkü iddia edilen şeyler için önceden gerçek olan asli durum, ‘yokluk’tur.

12- “Kelamda asl olan manayı hakikidir.”

Asl olan: Tercih edilen

Manayı hakiki: Gerçek anlam, sözlük anlamı; bir söz duyulduğunda akla gelen ilk anlam.

Mecaz: Kelimenin sözlük anlamında kullanılmayıp, ona benzeyen başka bir anlamda kullanılmasıdır.

Örnek: “Şu ev Ahmet’e aittir.” Diyen bir kişi, bu ikrarıyla, söz konusu evin mülkiyetinin Ahmet’e ait olduğunu belirtmiştir. Bu kişi sonradan, “bu sözümle o evin, Ahmet’in kira ile oturduğu meskeni olduğunu kastettim; aslında ev benimdir” dese kabul edilmez ve önceki ikrarıyla sorumlu tutulur; çünkü öncelikle sözün hakiki anlamı geçerlidir.

13- “Tasrih mukabilinde delalete itibar yoktur.”

Tasrih: Sarih; kendisiyle maksadın tam olarak ve açıkça ortaya çıktığı lafız

Mukabil: Karşı

Delalet: Alamet, nişane

Örnek:

  • Bir kimse bir mal için, “sattım veya satın aldım” dedikten sonra, “ben satış akdi için niyet etmemiştim”  dese, bu sözü kabul edilmez ve akit geçerli sayılır.
  • Bir vakfın gelirlerinin harcama yerleri, önceki vakıf yöneticilerinin uygulamalarının delaletiyle belirlenir. Ancak vakıf senedinde harcama yerleri açıkça belirtilmişse, vakıf yöneticilerinin bunun aksine olan uygulamaları geçerli sayılmaz.

14- “Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur.”

Mevrid-i nass: Nassın bulunduğu yer, hakkında nass bulunan konu

Nass: Vahiy ile sabit olan ifade, Kur’an ayetlerine ve hadislere verilen ortak ad; kanun metni

İctihad: Nassın bulunmadığı bir konuda bir âlimin, araştırmaları sonucu belirttiği görüşü

Mesağ: İzin, ruhsat, cevaz.

Yani: Hakkında nass bulunan bir meselede içtihat yapılamaz; çünkü içtihat zan ifade ettiği için onunla elde edilen hüküm de zanni olur. Nassla sabit olan hüküm ise içtihadın aksine kesinlik ifade eder.

Bazı alimlerin, hakkında nass bulunan bir konuda farklı içtihatlarda bulunmaları, söz konusu nassın tevil ihtimali taşımasından dolayıdır. “Alışveriş yapanlar, ayrılmadıkları sürece muhayyerdirler.” hadisindeki “ayrılmak” lafzı hakkındaki farklı yorumlardan kaynaklanan farklı içtihatlar gibi.

15- “Ala hilafi’l-kıyas sabit olan şey, saire makisun aleyh olamaz.”

Ala hilafi’l-kıyas: Kıyas kuralına ters olarak

Kıyas: Dört rükünden meydana gelir: Asl, fer’, hüküm, illet.

Sair: Başka

Makisun aleyh: Kendisi üzerinden kıyas yapılan nass, hüküm; asl.

Yani: Bir konunun hükmü kıyasa aykırı olarak sabit olmuşsa, bu hüküm ona benzer konuların kıyas edilmesi için “asl”, yani “makisun aleyh” olamaz. Kıyasa aykırı olarak sabit olan nass, kendi konusu ile sınırlı tutulur.

Örnek: Sabah namazının sünnetinin, öğle vakti girmeden kaza edilmesi, özel bir sebebe binaen meşru kılınmıştır. “Ta’ris olayı” diye bilinen, Hz. Peygamber’in ashabıyla birlikte Hayber dönüşü bir vadide uyuyakalarak sabah namazını kaçırmasından sonra namazı sünnetiyle birlikte kaza etmesi, zevalden sonra veya başka zamanlarda da sabah namazının kaza edileceğine dair “makisun aleyh” olamaz.

16- “İctihad ile diğer ictihad nakz olunmaz.”

İctihad: Nassın bulunmadığı bir konuda bir âlimin, araştırmaları sonucu belirttiği görüşü

Nakz olunmak: Geçersiz kılınmak, bozulmak

Yani: İçtihatlar aynı derecede birer zanni delil olduklarından, kat’i olan nasslara aykırı olmadığı sürece biri ile diğerini geçersiz kılmak caiz değildir. Aksi taktirde istikrarsızlığa yol açılmış olurdu.

Örnek: Hz. Ömer, Hz. Ebubekir’in hilafeti sırasındaki ictihadi uygulamalarına muhalefet etmiş ama daha sonra kendi hilafeti döneminde bu içtihatlardan meydana gelen hükümleri bozma yoluna gitmemiştir.

İstisna: Kamu yararı bir içtihadın bozulmasını gerektiriyorsa, başka bir içtihat ile onun bozulması caizdir.

17- “Meşakkat teysiri celb eder.”

Meşakkat: Zorluk, sıkıntı

Teysir: Kolaylaştırma

Celb etmek: Çekmek

Uyarı: Sözü edilen meşakkat, şer’i yükümlülüklerin özünde bulunan zorluklar değildir; bir konuda kolaylığa gidilmesi, o konu ile ilgili nasslarla çatışmaya da yol açmamalıdır.

Örnek:

  • Açlıktan ölüm tehlikesi yaşayan birinin, yasak olan ölü veya domuz etini yiyebilmesi
  • Yolculuk durumu, ibadetler konusunda önemli kolaylılar sağladığı gibi, hukuki yönden de birçok ruhsatlara imkan vermektedir.

18- “Bir iş dıyk oldukta, müttesa’ olur.”

Dıyk olmak: Daralmak

Müttesa’: Genişletilen

Yani: Fazla sıkışan iş kendi kendine genişler.

Örnek:

  • “Haddini aşan her şey aksine sonuç verir.” (Arap Atasözü)
  • İnsanların yaşama, sağlık, hürriyet, itibar ve şeref gibi tabii haklarını tehlikeye düşürecek derecede ileri giden sıkı bir kanun hükmü, mahkeme kararı veya idari tedbir, genellikle gayesini sağlayamaz. Halk, bu ağır hükümlerden kaçınmak için çareler arar, türlü hilelere başvurur.
  • Borcunu ödemeye güç yetiremeyen kişiye ödeme gücü elde edene kadar süre tanınması veya toptan ödeyemeyen kimseye taksit imkanı verilmesi bu kaide gereğidir.

19- “Zarar ve mukabele bi’z-zarar yoktur.”

Mukabele bi’z-zarar: Zararla karşılık vermek

Örnek: Borcunu ödememekte ısrar eden borçluyu alacaklının dövmeye veya hapsetmeye ya da malını zorla elinden almaya yetkisi yoktur. Bunları yapması halinde tazminle sorumlu olacağı gibi ayrıca kendisine cezai müeyyideler de uygulanır. (Hukuk dilinde buna “ihkak-ı hak” denir ve kesinlikle meşru değildir.)

20- “Zarar izale olunur.”

İzale olunmak: Yok edilmek

Örnek:

  • Meslek erbabının kendilerinden kaynaklanan zararların yine kendileri tarafından izale edilmesi gerekir.
  • Paranın sürekli değer kaybettiği yerlerde, alınan borcun miktar olarak aynen ödenmesi, borç veren kişinin zararına yol açmaktadır. Bu zararın izale edilmesi gerekmektedir; bunun için de, borçların geri ödenmesinde paranın miktarı değil, alım gücü esas alınmalıdır.

Mecelle (1-10)

(Hazırlayan: E.Ç.)

1- “İlm-i fıkh, mesâil-i şer’iyye-i ameliyeyi bilmektir.”

İlm-i Fıkh: Fıkıh ilmi

Mesail: Meseleler

Mesâil-i şer’iyye-i ameliye: Amellerle ilgili şer’i / hukuki meseleler

2- “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.”

Örnek:

  • Yitik bir malı koruyup sahibine verme niyetiyle alan kişinin, malın helak olması halinde onu tazmin etmesi gerekmezken; söz konusu malı sahiplenme niyetiyle almış olması halinde tazmini gerekir.
  • Bir devlet büyüğüne ibadet niyetiyle secde edilmesi küfür, bunun saygı amacıyla yapılmış olması sadece günah olarak görülmüştür.

3- “Ukudda itibar mekasıd ve meaniyedir; elfaz ve mebaniye değildir.”

Ukud: Akitler, anlaşmalar

Mekasıd: Maksatlar

Meani: Manalar

Elfaz: Lafızlar, sözler, cümleler

Mebani: Açıklamalar

Bu madde, niyet ile ifade arasında aykırılık bulunduğu zaman geçerlidir. Yoksa lafız tamamen bir kenara atılacak değildir. Ayrıca bu madde, lafızların asıl manalarından başka manalarda da kullanılabileceği göz önüne alınarak tespit edilmiştir.

Kaidede “ukud” kaydının bulunması, yeminlerle ilgili hükümleri istisna etmek içindir; zira yeminler amaca göre değil, kullanılan lafızlara göre değerlendirilir. Kısastan af gibi.

Örnek: Bir kimse usulü dairesinde tanzim ettiği senette “Şu malımı oğlum Ahmet’e hibe ediyorum. Sağ olduğum müddetçe bu malda tasarruf edeceğim, ben öldükten sonra oğlum Ahmet tasarruf edecek ve diğer varislerim müdahale etmeyecektir.” demiş olsa, “hibe ediyorum” tabiriyle bu tasarrufun hibeye hamli mümkün ise de “Ben sağ olduğum müddetçe tasarruf edecek” ibaresinin delaleti ile maksadın vasiyet olduğu anlaşılır.

4- “Şekk ile yakin zail olmaz.”

Şekk: Bir şeyin varlığına ve yokluğuna eşit derecede kani olmak

Yakin: Bir şeyin varlık veya yokluğundan birine, bir delil sebebiyle, aklın kesin olarak veya kuvvetli bir zanla karar vermesi

Zail olmak: Yok olmak

Yani: Var olduğu yakinen bilinen bir şeyin aksine kesin delil bulunmadıkça, sonradan meydana gelen bir şüphe ve tereddütten dolayı onun yok olduğuna hükmedilmez; yakin, ancak yakin ile zayi olur.

Örnek :

  • Abdestli olan bir kişi, abdestinin bozulup bozulmadığından şüpheye düşse, abdestinin bozulduğuna dair kesin bir bilgi olmadıkça bu şüpheye itibar edilmez, bu abdestle kıldığı namazlar sahih kabul edilir.
  • Bir kimse “Filan şahsa zannımca şu kadar lira borcum vardır” dese bununla borç sabit olmaz.

5- “Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.”

Yani: Geçmişte sabit olduğu kesin olarak bilinen bir şeyin, aksine bir delil bulunmadıkça geçmişteki haline itibar edilir.

Örnek: Kayıp kişinin hayatta olduğu geçmişte kesin olarak bilinmekte iken, öldüğüne dair kesin bir delil bulunmadıkça hayatta olduğu kabul edilir. Dolayısıyla, bu durumdaki kişinin ölümüne dair kesin bilgi elde edilmedikçe, malları mirasçılarına paylaştırılamaz.

6- “Kadim kıdemi üzerine terk olunur.”

Kadim: Başlangıcını kimsenin bilmediği şey, eski.

Kıdem: Eskilik

Örnek: Bir evin yağmur suları, eskiden beri komşusunun bahçesine akmaya devam ettiği halde, komşusu, “bundan sonra akıtmam” diyemez. Çünkü bu uygulama “kadim” olmuştur.

7- “Zarar kadim olmaz”

Örnek: Yayaların geçişini engelleyecek şekilde yapılmış balkonlar, kamu sağlığını tehdit eden kanalizasyon ve çöplükler, ne kadar eski uygulamalar olursa olsun kaldırılır veya tamir edilip zararları giderilir.

8- “Bir zamanda sabit olan şeyin hilafına delil olmadıkça bekasıyla hükmolunur.”

Hilafına: Aksine, tersine.

Beka: Kalıcılık

Örnek: Bir kimsenin başka birine borçlu olduğu, ikrar veya başka bir delille sabit olduktan sonra bu şahıs, borcunu ödediğini veya kendini bu borçtan ibra edildiğini iddia etse, söz, yeminle birlikte alacaklıya ait olur.

9- “Bir emr-i hâdisin akreb-i evkatına izafeti asıldır.”

Emr-i Hadis: Sonradan gerçekleşen olay, iş.

Akreb-i evkat: En yakın vakit

İzafet: Bağlantı kurmak

Konu, yeni ortaya çıktığı kabul edilen durumun ortaya çıkış tarihi ile ilgilidir. Mevcut durumun sonradan mı meydana geldiği, yoksa eskiden beri mi var olduğu, tartışma konusu değildir.

Örnek: Bir kimsenin, ölmeden önce bir ikrarda bulunduğu sabit olsa, bu ikrarın ne zaman meydana geldiğinde anlaşmazlık çıkması halinde, aksine bir delil olmadığı sürece bu ikrarın ölüm hastalığı (maraz-ı mevt) esnasında meydana geldiğine hükmedilir.

10- “Beraet-i zimmet asıldır.”

Beraet-i zimmet: Kişinin temiz ve borçsuz olması

Örnek:

  • Ödünç alan kişi, ödünç malı iade ettiğini iddia ederse, bu kaide gereği onun sözüne itibar edilir.
  • Bir kimse başkasının malını telef ettiğinde, bunun miktarı konusunda taraflar ihtilaf etmişlerse, söz telef edene ait olur. Çünkü telef eden, karşı tarafın ileri sürdüğü fazlalığın zimmetindeki varlığını inkar etmektedir. Beraet-i zimmet asıl olması hasebiyle, iddia ettiği fazlalığın ispatlanması için mal sahibinden delil getirmesi istenir.

Mecelle’nin 100 Maddesi

(Maddelerin detaylı ve örnekli açıklamaları için buraya tıklayınız.)
  1. İlm-i fıkh, mesâil-i şer’iyye-i ameliyeyi bilmektir.
  2. Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.
  3. Ukutta itibar mekasıd ve meaniyedir; elfaz ve mebaniye değildir.
  4. Şekk ile yakin zail olmaz.
  5. Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.
  6. Kadim, kıdemi üzerine terk olunur.
  7. Zarar kadim olmaz.
  8. Beraet-i zimmet asıldır.
  9. Sıfat-ı arızada asl olan ademdir.
  10. Bir zamanda sabit olan şeyin -hilafına delil olmadıkça- bekasıyla hükmolunur.
  11. Beka, ibtidâdan esheldir.
  12. Bir emr-i hâdisin akreb-i evkatına izafeti asıldır.
  13. Zarar ve mukabele bi’z-zarar yoktur.
  14. Zarar izale olunur.
  15. Zarar kendi misli ile izale olunamaz.
  16. Zarar-ı âmmı def’ için, zarar-ı hâs ihtiyar olunur.
  17. Zarar-ı eşed, zarar-ı ehaf ile izale olunur.
  18. İki fesat tearuz ettiğinde ehaffı irtikab ile a’zamının çaresine bakılır.
  19. Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur.
  20. Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.
  21. Zarar, bi kaderi’l-imkân def olunur.
  22. Meşakkat teysiri celb eder.
  23. Bir iş dıyk oldukta, müttesa’ olur.
  24. Zaruretler, memnu olan şeyleri mübah kılar.
  25. Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunurlar.
  26. Bir özür için caiz olan şey, o özrün zevali ile batıl olur.
  27. Mani zayi olunca memnu avdet eder.
  28. Hacet umûmî olsun, husûsî olsun, zaruret menzilesine tenzil olunur.
  29. Iztırar gayrın hakkını iptal etmez.
  30. Alınması memnu olan şeyin, verilmesi dahi memnu olur.
  31. İşlenmesi memnu olan şeyin istenmesi dahi memnu olur.
  32. Adet muhakkemdir.
  33. Nâsın istimali bir hüccettir ki, anınla amel vacip olur.
  34. Adeten mümteni olan şey, hakikaten mümteni gibidir.
  35. Ezmanın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz.
  36. Âdetin delaletiyle mana-yı hakikî terk olunur.
  37. Âdet ancak, muttarit yahut galip oldukta muteber olur.
  38. İtibar gaalib-i şayia olup nadire değildir.
  39. Örfen maruf olan şey, şart kılınmış gibidir.
  40. Beynettüccar maruf olan şey, aralarında meşrut gibi­dir.
  41. Örf ile tayin nass ile tayin gibidir.
  42. Vücudda bir şeye tabi olan, hükümde dahi ona tabi olur.
  43. Tabi olan şeye ayrıca hüküm verilmez.
  44. Bir şeye malik olan kimse, o şeyin zarûriyyatından olan şeye dahi malik olur.
  45. Asıl sakıt oldukta, fer’i dahi sakıt olur.
  46. Asıl sabit olmadığı halde fer’in sabit olduğu vardır.
  47. Mâni ve muktezi tearuz edince mâni takdim olunur.
  48. Sakıt olan şey avdet etmez.
  49. Bir şey bâtıl oldukta anın zımnındaki şey de batıl olur.
  50. Aslın ibkâsı (veya îfası) kabil olmadığı hâlde bedeli îfâ olunur.
  51. Bizzat tecviz olunmayan şey, bittebâ tecviz olunabilir.
  52. İbtidaen tecviz olunamayan şey bakâen tecviz olunabilir.
  53. Teberru’ ancak kabz ile tamam olur.
  54. Raiyye, yani teb’a üzerine tasarruf maslahata menuttur.
  55. Velâyet-i hâssa velâyet-i amme’den akvâdır.
  56. Kelamda asl olan mana-yı hakikidir.
  57. Manayı hakiki, müteazzir olduğunda mecaza gidilir.
  58. Kelamın i’mali, ihmalinden evlâdır.
  59. Bir kelamın i’mali mümkün olmazsa ihmal olunur.
  60. Mütecezzî olmayan bir şeyin bazısını zikretmek, küllünü zikir gibidir.
  61. Mutlak ıtlakı üzere cari olur. Eğer nassen yahut delaleten takyid delili bulunmazsa.
  62. Hazırdaki vasıf lağv, gaibdeki vasıf, muteberdir.
  63. Sual cevabda iade olunmuş addolunur.
  64. Sâkite bir söz isnad olunmaz. Lakin maraz-ı hacette sükût beyandır.
  65. Bir şeyin umuru batınada delili, o şeyin makamına kaim olur.
  66. Mükâtebe, muhâtebe gibidir.
  67. Dilsizin işaret-i ma’hudesi, lisan ile beyan gibidir.
  68. Tercümanın kavli her hususta kabul olunur.
  69. Tasrih mukabilinde delalete itibar yoktur.
  70. Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur.
  71. Ala hilafil kıyas sabit olan şey saire makîsun aleyh olamaz.
  72. İctihad ile diğer ictihad nakz olunmaz.
  73. Hatası zahir olan zanna itibar yoktur.
  74. Senede müstenid olan ihtimal ile hüccet yoktur.
  75. Tevehhüme itibar yoktur.
  76. Burhan ile sabit olan şey, ayanen sabit gibidir.
  77. Beyyine müddeî için ve yemin münkir üzerinedir.
  78. Beyyine,  hilafı zahiri isbat için, yemin aslı ibkâ içindir.
  79. Beyyine, hüccet-i müteaddiye ve ikrar, hüccet-i kâsıradır.
  80. Kişi ikrarı ile muaheze olunur.
  81. Tenakuz ile hüccet kalmaz. Lakin mütenakızın aleyhi­ne olan hükme halel gelmez.
  82. Her kim ki kendi tarafından tamam olan şeyi nakz etmeğe sa’y ederse sa’yi merduttur.
  83. Şartın sübutu indinde ona muallak olan şeyin sübutu lazım olur.
  84. Bi kaderi’l-imkan şarta riayet olunmak lazım gelir.
  85. Vaadler sureti taliki iktısa ile lazım olur.
  86. Bir şeyin nef’i zamanı mukabelesindedir.
  87. Ücret ile zaman müctemî olmaz.
  88. Cevaz-ı şer’i, zamana münafî olur.
  89. Mazarrat menfaat mukabelesindedir.
  90. Külfet ni’mete ve ni’met külfete göredir.
  91. Bir fiilin hükmü failine muzaf kılınır ve mücbir olmadıkça amirine muzaf kılınmaz.
  92. Mübaşir, yani bizzat fail ile mütesebbib müctemî oldukta hüküm, faile muzaf kılınır.
  93. Mübaşir, müteammid olmasa da zâmin olur.
  94. Mütesebbib müteammid olmadıkça zâmin olmaz.
  95. Hayvanatın kendiliğinden olarak cinayet ve mazarratı hederdir.
  96. Gayrın mülkünde tasarrufla emretmek bâtıldır.
  97. Bir kimsenin mülkünde onun izni olmaksızın ahar bir kimsenin tasarruf etmesi caiz değildir.
  98. Bilâ-sebeb-i meşru’ birinin malını bir kimsenin ahz eylemesi caiz olmaz.
  99. Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü o şeyin te­beddülü makamına kâimdir.
  100. Kim ki; bir şeyi vaktinden evvel isti’cal eyler ise mahru­miyetle muateb olur.

***

MECELLE-İ AHKAM-I ADLİYYE

1869–1876 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir heyet tarafından bölüm bölüm hazırlanarak kabul edilen, İslam dünyasının ilk ve en önemli medeni kanunu. Bir giriş ile 16 bölümden oluşmuştur ve 1851 madde içerir.

AHMET CEVDET PAŞA (1822 – 1895)

Osmanlı devlet adamı, tarihçi ve hukukçu. 12 ciltlik bir Osmanlı tarihi yazmış, Mecelle’nin hazırlanmasında önemli rol oynamıştır.

İlköğrenimini Lofça’da yaptı. 1839’da İstanbul’a gelerek Fatih’teki Paşaoğlu Medresesi’ne girdi. Burada öğrenimim sürdürürken bir yandan da tarih, coğrafya, astronomi, matematik gibi alanlarda özel ders aldı ve Fransızca öğrendi. Medreseyi 1844’te bitirdikten sonra Premedi (bugün Arnavutluk’ta) kazası kadılığına atandı. 1845’te “İstanbul rüusu” alarak müderris oldu. 1846’da Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’nın yanında görevlendirildi. Bu tarihten, paşanın vefat ettiği 1858’e değin hukuksal konularda danışmanlık yaptı. 1849’da, olağanüstü görevle Bükreş’te bulunan Fuad Efendi’nin (Paşa) yanına gönderildi. 1850’de Meclis-i Maarif üyeliğiyle birlikte Darülmuallimin müdürlüğüne atandı. 1851’de yeni kurulan Encümen-i Daniş üyeliğine getirildi. Bu kurul tarafından, Osmanlı Devleti’nin 1774’ten sonraki tarihini yazmakla görevlendirildi. 1855’te vakanüvisliğe atandı. 1856’da Galata kadısı oldu. 1857’de “Mekke” payesi aldı.

Fransızca, Farsça öğrenmiş, bunun yanı sıra matematik, felsefe, kozmografya ve tabii ilimler üzerinde de çalışmış olup, dönemin ünlü bir hukukçusudur. Kadılık, Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Reisliği yapmıştır. “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye” isimli hukuk metnini oluşturanların başında gelmiştir. Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Reisliği, bakanlığa çevrilince ilk adalet bakanı olmuştur. Beş kez adalet bakanlığı, üç kez eğitim, iki kez evkaf, bir kez dâhiliye, ticaret ve ziraat bakanlıklarında bulunmuştur. “Tarih-i Cevdet”, en önemli eseridir.