
DUNE serisinin ilk cildinde altını çizdiğim bazı satırlar:
“…yaşadığı evreni görmek isteyen insan, olayları oturtacağı bir ağa ihtiyaç duyar… bilincin nereye odaklanacağını seçmek, bu ağı biçimlendirir…”
“’Neden insanları bulmak için sınav yapıyorsunuz?’ diye sordu. ‘Sizi özgürleştirmek için.’ ‘Özgürleştirmek mi?’ ‘Bir zamanlar, insanlar düşünme işini makinelere devretmiş, böylece özgürleşmeyi umut etmişlerdi; ama bu, makinelere sahip başka insanların onları köleleştirmesine yol açtı sadece.’”
“Hayatın sırrının çözülecek bir problem değil, tecrübe edilecek bir gerçeklik olduğunu söyledi. Ben de Mentatlığın İlk Yasası’nı söyledim: ‘Bir süreç onu durdurarak anlaşılamaz. İdrak sürecin akışıyla birlikte gerçekleşmeli, ona katılmalı ve onunla birlikte akmalıdır.’ Bunu duyunca tatmin oldu sanki.”
“Zihin bedene emredince, beden itaat eder. Ama zihin kendi kendine emredince direnişle karşılaşır.”
“…insanları yönlendirmek, onları iradene boyun eğdirmek, insanlığı küçümsemeye yol açar. Her şeyi bayağılaştırır.”
“Bir insanın yaşayabileceği en korkunç aydınlanma anı, babasının da insan olduğunu; etiyle kemiğiyle insan olduğunu keşfettiği andır.”
“Arrakis’i elinde tutmak isteyen kişi, kendine olan saygısını yitirmesine yol açacak birtakım kararlar vermek zorunda kalabilir, dedi Dük. Pencereden dışarıyı, iniş alanının kenarındaki gönderden sarkan yeşilli siyahlı Atreides bayrağını gösterdi: Şu onurlu bayrak, bazı kötülüklerin simgesi haline gelebilir.”
“Yücelik geçici bir deneyimdir. Asla kalıcı değildir. Kısmen insanoğlunun efsane yaratmaya meyilli hayal gücüne dayanır. Yüceliği deneyimleyen kişi, nasıl bir efsanenin içinde olduğunu anlamalıdır. Kendisine hangi imajın verildiğini düşünmelidir. Alay etmesini de bilmelidir. Böylece rolünü inanmadan oynar. Alaycılık kendini rolüne fazla kaptırmasını önler. Bu nitelik olmazsa, yücelik insanı yok eder.”
“Etrafında gevezelik eden insanların yüzlerine bakarken, birden hepsinden tiksindi. Bu gördüğü yüzler, habis düşünceleri gizleyen ucuz maskelerdi; herkes içindeki derin sessizliği bastırmak için yüksek sesle konuşuyordu.”
“’Dış dünyadaki her şeyi görebilir ve mantığını kullanarak inceleyebilirsin,’ dedi Jessica. ‘Ama biz insanlar kişisel sorunlarla karşılaştığımızda, onları mantıklı bir şekilde ele almakta zorlanırız. Asıl sorunu görmezden gelip, suçu başka şeylerde ararız; içimizi asıl kemiren şeye gözlerimizi kaparız.’”
“Hoşnutsuzluk bilimi diye bir şey olmalıydı. İnsanlar ruhsal kaslarını geliştirmek için zor zamanlara ve sıkıntılara ihtiyaç duyar.”
“Arrakis bıçağın yolunu öğretir… Kusurlu olan ne varsa kesip atmayı ve ‘Artık kusursuz, çünkü burada bitiyor,’ demeyi öğretir.”
“Paul mektubu anımsarken, o an hissettiği sıkıntıyı tekrar yaşadı… Yeni edindiği yoğun zihinsel dikkatin dışında, tuhaf ve keskin bir şeydi bu. Babasının öldüğünü okumuştu ve bunun doğru olduğunu biliyordu; ama bu bilgi, zihninde depolanıp kullanılacak herhangi bir bilgiden farksız gelmişti. Babamı severdim, diye düşündü; bunun doğru olduğunu biliyordu. Yasını tutmalıyım. Bir şeyler hissetmeliyim. Ama hiçbir şey hissetmiyordu… tek düşündüğü şuydu: İşte bu önemli bir gerçek. Tüm gerçeklerden yalnızca biriydi. Bu arada Paul’ün zihni duyusal izlenimleri değerlendiriyor, hesaplar yapıyordu.”
“Arrakis’e bir Din Manipülatörü mü gelmiş?”
“Jessica’nın aklına T.K. İncili’nden cümleler geldi: “Elde etmenin de vakti vardır, yitirmenin de. Elde tutmanın da vakti vardır, bırakmanın da; sevginin de vakti vardır, nefretin de; savaşın da vakti vardır, barışın da.”
“Bir zehir… sinsi, kurnaz, panzehirsiz bir zehir; insanı ancak onu kullanmayı bırakınca öldürüyor. Arrakis’ten ayrılsak bile, onun bir parçasını hep içimizde taşıyacağız.”
“Sadece gözlerine güvenirsen, diğer duyuların zayıflar.”
“Nelerden tiksinirsiniz? Bir insanı gerçekten tanımak için bunlara bakmak gerekir.”
“’Bir şeyin yokluğu, varlığı kadar ölümcül olabilir,’ dedi Baron. ‘Mesela havanın yokluğu. Suyun yokluğu. Alışık olduğumuz herhangi bir şeyin yokluğu.’”
“T.K. İncili’nden bir cümleyi anımsadı: “Hangi duyulardan yoksunuz ki, etrafımızdaki bir başka dünyayı göremiyor ve duyamıyoruz?”
“Durmak, diye düşündü. Dinlenmek… gerçekten dinlenmek.”
“Mutluluğun durabilmek, bir anlığına da olsa durabilmek olduğunu fark etti. Durmanın mümkün olmadığı yerde mutluluk da olmazdı.”
“Biz Caladan’dan… türümüz için cennet olan bir dünyadan geldik. Caladan’da fiziksel ya da zihinsel bir cennet inşa etmeye gerek yoktu, orası zaten cennetti. Bedeliyse, insanların bu hayatta cennete sahip olmak için hep ödedikleri bedeldi… yumuşamış, körelmiştik.”
“Bir düşünce ifade edilse de edilmese de, varlığı gerçektir ve güç barındırır.”
“Jessica, İnsan zihni bulunduğu ortama nasıl da uyum sağlıyor, diye düşündü. Bir Bene Gesserit aksiyomunu anımsadı: Zihin baskı altındayken pozitif veya negatif yöne gidebilir: açılabilir veya kapanabilir. Zihni bir spektrum olarak düşünün; negatif ucunda bilinçsizlik, pozitif ucundaysa hiperbilinç vardır. Zihnin baskı altında hangi yöne gideceğini belirleyen başlıca faktör, kişinin aldığı eğitimdir.”
“Kitlelerimizin din ve hukuku bir ve aynı olmalı, dedi babası. İtaatsizlik günah sayılmalı, cezası dinsel olmalı. Böylece halk hem bize daha çok inanır, hem de daha cesur olur. Anlarsın ya, bizim için önemli olan bireylerin cesaretinden çok halkın cesareti.”
“Sonra, gezegen tarafından öldürülürken, bir şeyin farkına vardı: Babası ve diğer tüm bilim insanları yanılmıştı. Evrendeki en güçlü ve kalıcı ilkeler, tesadüfler ve hatalardı.”
“Yanıtı buldu… ölümle yüzleşen her canlı gibi o da çocuk yapmak yoluyla ölümsüzlüğe ulaşmak istemiş, bu güçlü dürtüye boyun eğmişti. Türlerinin üreme içgüdüsü her ikisine de galip gelmişti.”
“Lider, güruhla halk arasındaki farkı belirleyen şeylerden biridir. Bireylerin sayısı ona bağlıdır. Bireylerin sayısı fazla azalırsa, halk güruha dönüşür.”
“Burada geleceği herhangi bir şeyin belirleyebileceğini kavradı. Bir izleyicinin öksürmesi, dikkat dağıtacak bir şey. Bir korkürenin ışığının azalması veya güçlenmesi, aldatıcı bir gölge hareketi.”
“Oğlunun ihtiyaç duyduğu şeylerden biri de buydu işte: Hedefi olan bir halk. Böyle insanları coşturmak, fanatikleştirmek kolay olurdu. Bir kılıca dönüştürülebilir, Paul’ün düklüğünü kurtarıp ona geri verebilirlerdi.”
“Hayatın etrafından akıp gittiğini hissediyor, ama onu dizginleyemiyordu.”
“İlerleme fikri, bizi geleceğin dehşetinden koruyan bir koruma mekanizmasıdır.”
“Feyd-Rautha, İşte yine aynı şeyi yapıyor, diye düşündü. Sanki hakaret ediyor, ama karşı çıkılacak bir şey söylemiyor.”
“Kont, ‘Suçluluk duygusu başarısızlık hissiyle başlar, biliyorsun,’ diye anımsattı.”
“Artık öyle bir hayat tarzıyla kuşatılmıştı ki, onu anlamak için bir fikir ve değerler sistemini kayıtsız şartsız kabullenmesi gerekiyordu.”
“Bu aynı anda iki kişi olmak gibiydi. Telepati değil, paylaşılan bir farkındalıktı.”
“İnsan bilinçaltının derinliklerinde, anlamlı ve mantığa uygun bir evrene duyulan ihtiyaç yatar. Ama gerçek evren, mantığın hep bir adım ötesindedir.”
“Belki de Baron’a bu yeni dinin serpilmesine göz yummasını söylememeliydim… sırf pan ve graben halkına yayılsa bile, diye düşündü. Ama zulmün dinlerin serpilmesini kolaylaştırdığı bilinen bir gerçektir.”
“Her şeyde bir düzen vardır. Evrenimizin parçası olan bu düzen simetri, zarafet ve güzelliğe –gerçek bir sanatçının eserlerinde mutlaka var olan niteliklere– sahiptir. Bunu mevsimlerde görebilirsiniz; bir uçurumun kenarında rüzgârla sürüklenen kumda, katranruhu çalısının öbekleşmiş dallarında veya yapraklarındaki çizgilerde görebilirsiniz. Biz bu düzeni hayatlarımız ve toplumumuzda kopyalamaya çalışır, onun ritimlerini, danslarını, huzur verici şekillerini ararız. Ama mutlak kusursuzluğu bulmak tehlikeli olabilir. Mutlak düzenin sabit olması gerektiği barizdir. Böyle bir kusursuzlukta, her şey ölüme doğru gider.”
“Yine de etrafında kimse olmadığını hissediyordu. Yoksa ruhu başka bir dünyaya, Fremenlerin onun gerçek varlığının bulunduğuna inandığı dünyaya… Âlemü’l-Misâl’e, suretler dünyasına, tüm fiziksel sınırların kalktığı metafiziksel boyuta mı geçmişti? Bunu düşününce korktu, çünkü tüm sınırların kalkması demek tüm referans noktalarının da kalkması demekti. O efsanevi dünyada, nerede olduğunu anlayamaz, ‘Ben benim, çünkü buradayım,’ diyemezdi.”
“Paul’e bir Bene Gesserit atasözünü söylemişti: Din ile siyaset aynı arabada gittiğinde, sürücüler karşılarında hiçbir şeyin duramayacağını sanır. Dümdüz gider, hızlandıkça hızlanırlar. Engelleri tamamen göz ardı eder, körlemesine gidenlerin uçurumu çok geç fark edeceğini unuturlar.”
“Olabildiğince az emir ver” demişti babası, çok eskiden. “Bir konuda emir verirsen, artık o konuda hep emir vermelisin.”
“Paul biraz gurur duyarak, Ne yapsam efsane oluyor zaten, diye düşündü. Bugün yaptığım ve yapacağım her şey kayıtlara geçecek; Chani’den nasıl ayrıldığım, Stilgar’ı nasıl selamladığım… hepsi kayıtlara geçecek. Yaşasam da ölsem de, bu bir efsane olacak. Ama ölmemeliyim.”
“Fremen hayatının öldürmekten ibaret olduğunu düşündü; hayatları boyunca öfke ve kederle yaşıyor, başka türlüsünü akıllarına bile getirmiyorlardı; yalnızca Liet-Kynes, ölmeden önce onlara bir düş aşılamayı başarmıştı.”
“Mali sistemi ve mahkemeleri kontrol edin yeter… gerisini ayaktakımına bırakın. Padişah-İmparator size bu tavsiyede bulunuyor. Ve diyor ki: ‘Kazanç istiyorsanız hükmetmelisiniz.’ Sözlerinde haklılık payı var, ama kendime şu soruyu sormadan edemiyorum: ‘Ayaktakımı kim, yönetilenler kim?’”
“Ortodoks bir dine siyasetin karışması kaçınılmazdır. Bu iktidar mücadelesi ortodoks cemaatinin eğitimini ve disiplinini etkiler. Bu baskı yüzünden, böyle bir cemaatin liderleri kaçınılmaz bir soruyla yüzleşmek zorunda kalır: Liderliklerini korumak için tamamen oportünist mi olmalı, yoksa ortodoks etiği adına kendilerini feda mı etmelidirler?”
“Ama Fremen kadının gözlerinde öyle yoğun bir dikkat vardı ki, sanki söylenenleri gözleriyle de duymaya çalışıyordu.”
“Kanunlar ve görevler din çatısı altında birleştiğinde, insan asla tamamen bilinçli olamaz, asla kendinin tamamen bilincine varamaz. Asla tam bir birey olamaz.”
“‘Bir şeyi yok edebilecek durumdaysan, onu kontrol de edebilirsin,’ dedi Paul.”
“‘Kurallar değişir,’ dedi.”
“Öfkeli insan genellikle iç benliğinin sesine kulak tıkar.”
“‘Senden düşük konumlu herkes seni kıskanır,’ diye bir Bene Gesserit aksiyomu vardı. Oysa Jessica bu gençlerin yüzlerinde kıskançlık görmüyordu. Paul’ün liderliğinin dinsel dayanağı, onu kıskanmalarını engelliyordu. Jessica bir başka Bene Gesserit deyişini hatırladı: “‘Peygamberler çoğunlukla öldürülür.’”
“’Bir çocuğun hayatındaki en korkunç anlardan biri, babasıyla annesinin birbirlerine karşı, kendisinin asla paylaşamayacağı bir sevgi beslediklerini anlamasıdır,’ dedi Paul. ‘Bu bir kayıptır; dünyanın içimizde ve dışımızda var olduğunu, dünyada tek başımıza olduğumuzu anladığımız andır. Bu andan kaçış yoktur.’”
“’Dışarıda; böyle bir zamanda her Fremen çocuğunun yapması gerekeni yapıyor,’ dedi Paul. ‘Yaralı düşmanları öldürüyor ve su toplama ekipleri için cesetleri işaretliyor.’ ‘Bunu yaralılara acıdığından yaptığını anlamalısın,’ dedi Paul. ‘İyilik ile zalimlik arasında gizli bir bağ olduğunu görmememiz ne tuhaf, değil mi?'”
“Paul ‘Milyarlarca, trilyonlarca hayat yaşamak ister miydin?’ diye sordu. ‘İşte sana bir efsane! Onca deneyimi, getirecekleri bilgeliği düşün. Ama bilgelik sevgiyi azaltır, değil mi? Nefrete de yeni bir biçim verir. Hem zalimliğin hem de iyiliğin derinliklerine inmeden acımasızlığı nasıl bilebilirsin ki? Benden korkmalısın anne. Ben Kuisatz Haderah’ım.'”
“’Artık kimse masum değil,’ dedi Paul.”