Fransız Kalmayınız!

eiffelden

İ

İçimizde, François ve Kanuni Sultan Süleyman’ın şaibeli ilişkisini duymayanımız yoktur sanırım. Şöyle bir hikâye dolanır dilden dile: Fransa kralı François Kutsal Roma İmparatorluğu ile yapılan bir savaşta esir düşmüştür acımasız Şarlken’e (Charles Quint). Çaresiz Fransızlar soluğu Osmanlının kapısında alırlar. Dönemin haşmetli hünkârı Kanuni’nin bir emriyle -ne hikmetse- Şarlken François’yı serbest bırakır. Bundandır ki o günden sonra “le Magnifique” (Muhteşem) diye anılacaktır bizim Kanuni, Fransızlar tarafından.

Ortalama bir genel kültüre sahip her Türkün belleğinde mevcut olan bu yarı tarihi hikâye Fransızların ne denli “nankör” olduklarını örneklendirmek için kullanılır tarafımızdan.

İki millet arasındaki ilişkilerin bilinçaltını oluşturan efsanelerin bize bakan tarafı bu hikâyeyle sınırlı değil şüphesiz. Şöyle bir kurcalayınca zihnimizi, daha neler çıkıyor neler!

Banyo yapmadıkları için pis kokularını gidersin diye parfümü icat eden bir milletten bahsediyorum. Aynı becerilerini, sokaklara attıkları pisliklere basmamak için topuklu ayakkabıyı üretmekte de kullanmışlardır nitekim! Geçmişlerine dair sahip olduğumuz bu hoş anekdotlar (!) modern zamanlarda da artarak devam etmiştir. Bencilliği ile ünlü bu insanlar 18 yaşını geçen çocuklarından evlerinde kalmaya devam ettikleri sürece kira talep etmektedirler zira!

Bütün bu popüler medya efsaneleriyle tanıdığımız Fransa’yı ve Fransızları ne kadar tanıyoruz aslında?

alpe d'huez

Asterix ve Obelix (Türkçeye Oburix diye çevrilmiştir bu meşhur çizgi dizi karakteri; burnuna kadar varan göbeğinden ve doymak bilmeyen iştahından olsa gerek) ve hatta köpekleri idefixe’in ülkesi Galya’nın (Fransa coğrafyasının eski adı) tarihi François-Kanuni ilişkilerinden ibaret olmasa gerek.

Dünya’nın ilk defa Fransızlar eliyle tanıdığı “modernizm”, “cumhuriyet” ve “milliyetçilik” kavramları Fransız toplumunun sahip olduğu tarihi dinamiklere işaret etmektedir aslında. 1789 ihtilaliyle monarşizme son verip kendi kendini yönetmeye karar veren bu millet, insan iradesinin üstündeki bütün güçlere savaş açmıştır. O dönem bu savaşın muhatabı krallık, kilise (Laiklik: kilise tekrar politikaya soyunmasın diye) ve aristokratlar olmuştur. Napoléon’un kumandasındaki özgürlük ordularıyla bütün Avrupa’yı baştanbaşa fetheden Fransızların “herkes için cumhuriyet” hayali Rusya steplerindeki soğuğa karşı koyamamış ancak Avrupa ırklarına kendi kendilerini yönetme fikrini aşılayabilmiştir.

1968 Mayısında ise geleneğin ve dinin kaybedenler arasına yazıldığı toplumsal bir devrimle dünyaya cinsel özgürlükleri hediye etmiştir (!) Fransızlar. Fransız kadınına dair Hollywood filmlerinden aşırdığımız imajın temelini de bu son devrim oluşturur aslında.

68 devrimine kadar %85’i katolik olan, Vatikan tarafından “kilisenin büyük kızı” (Fille Aînée de l’Eglise) unvanıyla anılan Fransa, 30 yılda % 35’i ateist olan, batı Avrupa’nın en az dindar toplumuna dönüşmüştür. Dini, özellikle de kiliseyi bireysel özgürlükleri için büyük bir tehlike olarak görme eğilimine sahipler. Bizim kahvehane sohbetlerinde ateizme gerekçe olarak kullandığımız “Adamlar dinden kaçıyor, çünkü baba-oğul-kutsal ruh çok saçma” argümanının Fransızlar için gerçeği pek yansıtmadığı ortada. Bununla beraber batı Avrupa’nın en kalabalık müslüman nüfusu bu ülkede barınmaktadır (6 milyon kadar).

Annecy

Dünya’nın bu en az misafirperver ancak en çok ziyaret edilen ülkesinin vatandaşlarının (Her yıl ağırladığı yaklaşık 70 milyon turistle ünvanını kaptırmaya hiç de niyetli görünmüyor) duş almamak ve parfüm üretmek dışında başka becerileri de olmalı şüphesiz.

“Sucukla yumurta” adıyla 5 TL’ye yediğiniz yemeği, bir Fransızın size “iri kıyılmış sucuk parçacıkları eşliğinde yumurta festivali” başlığı altında 50 TL’ye satabileceğinden emin olabilirsiniz. Zira en iyi yaptıkları iştir “sunum”. Yaklaşık 340 çeşit tescilli markaya sahip Fransız şarabının bir kaçının adını duymayanımız yoktur sanırım. Şampanya adıyla maruf meşrubat aslen beyaz köpüklü şaraptan başka bir şey değildir. Ancak en kaliteli beyaz köpüklü şarabın Champagne (Şampanya) bölgesinde üretildiğine kani olan Fransızlar, bu ismi bütün dünyaya kabul ettirmişlerdir. Bir nevi Selpak mendil-kâğıt mendil ilişkisi yani. Bunun üzerine Konyak diye bildiğiniz (ya da duyduğunuz) içkinin aslının Brandy olduğu ama Konyak’ın sadece Brandy üretilen ufak bir Fransız kasabası (Cognac, Bordeaux yakınlarında) olduğunu söylersem şaşırmazsınız sanırım. Limousine de Fransa’nın güneyinde bulunan bir bölgeden başka bir şey değil zaten. Siz yine de sucuklu yumurtada ısrar edebilirsiniz tabii.

louvre

Fransa’yı İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgaline karşı örgütleyen ve Fransa’nın Atatürk’ü sayılan (ancak heykel ve büst bakımından Atatürk’le boy ölçüşemez) Charles de Gaulles, Fransızları yönetmenin ne derece zor olduğu sorulduğunda “peyniri bile 400 çeşit üreten bir milleti yönetmek nasıl kolay olabilir!” cevabını vermiştir. Yeri geldiğinde “aklını peynir-ekmekle yiyen”; kahvaltıları “ekmek-peynir-zeytin” üçlemesiyle kutsayan bir millet olarak bu çeşitliliğe iştah kabartmamak mümkün değil. Ancak Fransızlar bizden farklı olarak güzelim peynirleri akşam yemeklerinde tatlı yerine tüketiyorlar. Şaşırdınız değil mi? Onlar da bizim kahvaltıda peynir yememize şaşırıyor zaten.

trio

Fransızlara dair şaşırılan diğer bir mevzu da bu kadar az çalışan bir milletin dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmayı nasıl becerdiği. Takvim yapraklarını değişik isim ve ebatlarda onlarca dini ve resmi tatille dolduran Fransızlar, grev haklarını da sonuna kadar kullanmayı iyi beceriyorlar. 68 devrimini tetikleyen ve hatta Charles de Gaulle’u Paris’ten kaçmaya zorlayan öğrenci grevleri sağlam bir örnek olarak duruyor toplumun önünde. Her gün birilerinin mutlaka yürüyüş ya da grev yaptığına şahit olabilirsiniz bu ülkede.

macon

Dönelim baştaki efsanenin aslına: Charles Quint önderliğindeki Kutsal Roma İmparatorluğu’nun bütün Avrupa’yı tek çatı altında toplama politikasının önündeki tek engel Fransa krallığıdır. Osmanlı Doğu Avrupa’daki çıkarları için Avrupa’nın parçalı kalması taraftarıdır. Zira birleşmiş bir Avrupa’nın tek hedefi Osmanlı olacaktır. Dönemin sultanı Kanuni bu birleşmeye fırsat vermemek için Fransa’yı destekleyerek Kutsal Roma İmparatorluğu’na karşı sürekli kışkırtmaktadır. Aynı dönemde Barbaros (Barbaros=Barberousse= kızıl sakal, Fransızca yani) kumandasındaki Osmanlı donanması Marsilya kıyılarını ziyaret etmiş; ayrıca Fransa’ya kapitülasyon adıyla bildiğimiz, ticari ayrıcalıklar verilmiştir. Osmanlı’nın kendi çıkarları için kullandığı ve savaşa sürüklediği Fransa kralını kurtarma girişimi “babasının hayrına” atılmış bir adım değildir şüphesiz.

Kısmen bu dönemde başlayan yakın ilişkiler Birinci Dünya Savaşında sekteye uğrayana kadar artarak devam etmiştir (Aslında bu kısımda Alman yanlısı Türk subayları suçlayıcı bir kaç satır da yazmalıydım ya! Neyse… ). İlk daimi elçimizi gönderme şerefine nail olduğumuz Fransızlarla kurduğumuz bu yakın ilişkinin izlerini konuştuğumuz günlük Türkçenin içinde görmek mümkün, az dikkat kâfi gelecektir. Ben de biraz yardımcı olayım arzu ederseniz: dialogue, pardon, bureau, tire-bouchon, cure-dent, ascenseur, chemin de fer, coupon, parfum, action, diction, canalisation, composition, civile, fossile, pilote, cachet, chauffeur, débrayage, amiral, accord, amateur, emblème, offensive, défensif, collectif, chaise longue, objet, tactique… Fransızcayı zaten biliyormuşuz dediğinizi duyar gibiyim.

Heee, topuklu ayakkabılar mı? Ata binmeyi kolaylaştırdığı için 17. yüzyılda daha çok erkekler tarafından kullanılıyormuş…

(Yazı ve fotoğraflar: Fatih Yetim / Lyon)

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s