HENÜZ AÇILMAMIŞ PAKETLER

Türkiye toplumunun dindar Müslümanları, özellikle de aydın kesimi, içine yüzyılları alan çok uzun bir süreden beri İslam’ın bazı hüküm ve prensipleriyle ilgili düşünürken pratik sorunlardan yola çıkmadılar, çünkü çözümlemeleri gereken ve kendilerinden cevap bekleyen ‘pratik’ sorunların ortaya çıkması bile mümkün olmadı.

Devlet Tanzimat’tan itibaren oldukça seküler bir hâl alma yoluna girdi, dolayısıyla hukuk sistemi yapılandırılırken İslam’ın ne dediği ve ne gibi prensipler vazettiği sorusu gittikçe önemini yitirmeye yüz tuttu; nihayet 1924 Anayasası’nda Meclis’in görevleri arasında olduğu belirtilen “ahkam-ı şer’iyyenin tenfizi”, yani dinî hükümlerin yerine getirilmesi hükmü de 10 Nisan 1928’de yapılan değişiklikle Anayasa’dan çıkarılınca İslam’ı referans alan hükümler hukuk sahasında geçerliliğini tamamen kaybetti.

İslam’ın sadece bir inanç alanından ibaret olmadığına, hayatın her alanıyla ilgili prensiplere sahip olduğuna inanan dindarlar için konu resmî olarak kapanmış görünse de zihinlerde kapanmadı ve kitaplarda ilgili bölümler yerlerini almaya devam etti. Özel alanı ilgilendiren bölümler mümkün olduğunca hayata geçirilmeye çalışılmış olmakla birlikte, devlet yönetimi ve hukuk sistemiyle ilgili konular teorik birer çalışma alanı olmaktan öteye geçemedi.

Bu durumun şöyle bir sonucu oldu: Bütün içeriği ile devlet yönetimi derken, toplumdan bahsedilirken ve hukuk metodolojisi tartışılırken kullanılan kavramların ve içeriklerinin geçen yüzyıllar içerisinde nasıl bir değişime uğradığı gözardı edildi veya gözden kaçırıldı. Örneğin toplumun yaşama ve yerleşme biçimi artık Osmanlı’daki mahalle sisteminden çok daha farklıydı; giyim-kuşamda din üzerinden bir ayrışma artık sözkonusu değildi ve internet gibi teknolojik gelişmelerle birlikte artık delil, şahitlik, mekân, zaman, mahremiyet, birey, özgürlük, millet ve ümmet gibi birçok kavramın yeniden ele alınıp tartışılması gerekiyordu.

Belirli bir bütün içinde anlamlı duran ekonomik konular, siyasi prensipler ve toplumsal öğretiler, artık neredeyse her yönüyle değişmeye ve sanayi toplumu yapısına dönüşmeye yüz tutmuş olan Türkiye kontekstinde yeniden ele alınmayı bekliyordu. Devlet kavramı, toplum anlayışı ve devlete düşen görevler konusu da bunlardan bazıları oldu.

AKP iktidarı ile birlikte Türkiye tarihinde sıradışı bir gelişme oldu; din ve dindarların ülkedeki durumları ‘normalleşmeye’ başladı. En son örneği 28 Şubat sürecinde görülen baskıcı ve dışlayıcı ortam son on bir yıl içinde azalmaya başladı ve ülke bu açıdan, Kürt ve Alevi meselelerinde de olduğu gibi gittikçe daha da sağlıklı bir hâl alacak gibi görünüyor, en azından temenniler o yönde. Mevcut normalleşme süreciyle birlikte çok önemli başka gelişmeler de ortaya çıktı: Şu anda Türkiye’de çok güçlü bir şekilde iktidara gelen, ülkenin en hayati konularında dahi söz sahibi olan dindar kimlikli bir hükümet var ve aynı zamanda ülkenin elit sınıfında artık dindarlar da yer alıyor. Şimdiye kadar neredeyse hep edilgen ve ‘savunma’ hâlinde bulunan dindarlar artık eğitim sistemini belirleyip değiştirebilecek bir iktidara sahipler; şimdiye kadar hukuk sisteminin mağduru olurken artık neredeyse her istedikleri yasaları çıkarabilecek bir güce sahipler; Cumhurbaşkanının seçilme şekli, başkanlık sistemi, yerel yönetimin güçlendirilmesi gibi yönetim şekilleri hakkında bile köklü değişimlere imza atabilecek bir hâldeler.

Bütün bu yeni gelişmeler de gösteriyor ki bazı konular dindarlar için artık teorik değil, pratik sorunlar alanına girmiş bulunuyor ve bu sorunların yüzyıllar öncesindeki toplumsal gerçekliklere göre düzenlenmiş prensip ve hükümler ışığında çözümlenmesi mümkün görünmüyor. Bu durumda, savunma ve muhalefet pozisyonundan muktedir ve kanun koyucu durumuna geçmiş olmanın getirdiği sorumluluğun bir an önce devreye girmesi, dünyanın ve ülkenin yeni koşulları gözönünde bulundurularak, toplumun her kesiminin huzur içinde yaşayabileceği bir ülke hâline gelme konusunda İslam’ın ve dindarların nasıl bir önerisi olabileceği üzerine mevcut ‘pratikler’ üzerinden kafa yorulması gerekiyor.

Aksi takdirde verili düzeni olduğu gibi kabul ederek ona ‘İslamilik’ kılıfını giydirip benimsemekten başka bir şey yapılmayacaktır, ki bu, hemen her kesimin devletten şikâyet edegeldiği baskıcılık, dayatmacılık, temel hak ve özgürlüklerin ihlali, iktidardakilerden farklı düşünenlerin kendilerini ifade alanlarının daraltılması gibi sorunların el değiştirilerek devam ettirilmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s