KAYGISIZ TOPLUM

(Bu yazı ilk olarak 26.09.2013 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Ben cennetin bir kelimeyle tarif edilebileceğini düşünüyorum: Kaygısızlık.

Umursamazlık anlamında değil, kaygılardan uzak olmak anlamında bir kaygısızlık bu.

Geçmiş ve gelecek endişelerinden uzak olmak; geçmişin dertlerini ve yüklerini taşımamak, geleceğin belirsizliğini ve korkutuculuğunu yaşamamak…

İşini kaybetme, evinden olma, araba alamama, evine yiyecek götürememe kaygılarından azade olmak…

Yaşlandığında “ele ayağa düşmekten” ve başkalarına muhtaç olmaktan, hastalandığında hastane masraflarını nasıl karşılayacağından korkmamak…

Dışlanmaktan, küçümsenmekten, çeşitli haksızlıklara uğratılmaktan endişe etmemek…

Kendi vatanında yabancı muamelesine tabi tutulmaktan, dünyanın en doğal ve temel haklarının elinden alınmasından, insan olmayı doyasıya yaşayamamaktan kaygılanmamak…

Kendi geleceğimiz bir yana, çocuklarımızın geleceklerini her gün düşünmekten ve onlara yönelik yatırım yapmaktan, kendimize ve eşimize bakamama durumuna düşmekten kurtulmak…

Herkesin kendi elindekiyle yetinebilmesi ve başkalarının elindekine göz dikmemesi…

Kötü hasletlerden arınmakla birlikte, başkalarının kötü hasletlerine her an maruz kalma endişesini de taşımamak…

Doğrusu, bütün bunlara bakınca dünyada da cennete yakın bir hayat yaşanabilir diyor insan; neden olmasın?

Cehennemde aslında ateş olmadığı söylenir ve “Herkes ateşini kendi götürür” denir. Aynı durumun, bir açıdan dünyadaki hayatımız için de geçerli olduğunu düşünüyorum.

Kendi cehennemimizi kendimiz yaratıyor, dünyayı kendimiz ve birbirimiz için yaşanmaz hâle getiriyoruz maalesef.

Şimdiye dek bunda en büyük suçlu da devletimiz olageldi; tek suçlu değil, ama en büyük suçlu.

Bizi belli bir toprak parçasının üzerinde mutlu, müreffeh ve ‘kaygısız’ hâle getirmekle görevli olan devlet aygıtı ve onun görevlileri nedense görevleri bunun tam tersiymiş gibi hareket etti çoğu zaman.

Halk farklı etnik grupları, farklı din müntesipleri ve farklı mezhep mensuplarıyla birlikte barış içinde yaşamanın yollarını ararken, devlet hep bunların arasını ayırmanın yollarını aradı adeta.

Bir dili diğerine, bir ırkı bir başkasına, bir dini öteki bir dine, bir mezhebi başka mezheplere, belli bir din anlayışını daha farklı din anlayışlarına tercih etti. Tercih etmekle kalmadı, diğerlerini dışladı, aşağıladı, yok saydı.

Tercih ettiklerini dahi kendi istediği ve makbul olarak tarif ettiği şekle getirmek için zorladı, onları da huzursuz etti.

Onun talep ettiği vasıflarda vatandaş, onun istediği şekilde Türk, onun tarif ettiği özelliklerde Müslüman, onun belirlediği şekilde Sünni olursanız ‘mutlu’ olabilecektiniz sadece.

Ekonomi ve hukuktaki sorunlar ise cabası.

Böylelikle “cennet” diye vasıflandırdığımız ülkemizi kendi ellerimizle cehenneme çevirdik.

Cehenneme, yani birbirini öldüren, birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan, kötü eğitim sisteminden dolayı ahlaksızlıkların kol gezdiği, kaygılarımıza takılmaktan düzgün yürüyemediğimiz, en ufak bir olayı büyük bir toplumsal kavgaya dönüştürebildiğimiz bir ülkeye…

AK Parti, böyle bir geçmişin üzerine “emaneti yüklendi”. Ülkeyi cennete çevirme sorumluluğunu yerine getireceği güveniyle seçildi, görevini iyi yaptığı zamanlarda da geniş kitleler tarafından desteklendi.

Son zamanlarda en önemli sınavlarını veriyorlar: Kürtlerin anadilde eğitim haklarının teslim edilmesi, Alevilerin taleplerinin en makul şekilde cevaplandırılması, ve başörtülülerin kamu kurumlarında çalışması sorununun çözülmesi.

Dinlemek ya da umursamamak ellerinde. Kaygıları dindirmek ya da ‘kaygısız’ bir toplum oluşturmak ellerinde. Ülkeyi kendisi ve halkı için cennete ya da cehenneme çevirmek de yine ellerinde…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s