BU DAHA BAŞLANGIÇ

(Bu yazı ilk olarak 03.10.2013 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Türkiye gerçekten de üzerindeki yüklerden kurtuluyor yavaş yavaş. Peki, ama neden yavaş?

Toplum hazır değil de onun hazır hâle gelmesini beklemek, yüklerin bir anda atılmasıyla birlikte toplumsal kaosa yol açmamak için mi?

Siyasetçilerin bu aşamayı kendi politik amaçları ve ikballeri için, yeri geldikçe kullanacakları iyi birer karta dönüştürme arzularından mı?

Kendi başımıza kendimizi iyileştiremeyiz, o yüzden illa dışarıdan birilerinin bizi teşvik etmesi ya da zorlaması lazım da ondan mı?

Devletin başına geçenler devletçi hâle gelip bir anda devletin bekasından başka her şeyi teferruat gibi görmeye başlıyor ve her verdikleri kararda o ‘hassasiyetle’ hareket ediyorlar da o sebepten mi?

Demokrasi denen sistemin yerleşmesinin, gerçek anlamda halk ve devlet tarafından benimsenmesinin çok uzun bir süreyi gerektirmesinden olabilir mi?

Yavaşlığımızda bu faktörlerin hepsinin de farklı derecelerde payları olabilir; önemli olan şu ki, yavaş da olsa bir ilerleme kaydediyoruz.

Hem halk hem de devlet olarak farklı din, ırk, mezhep, dünya görüşü ve yaşam tarzlarına karşı saygı ve duyarlılığımız gittikçe artıyor.

Bundan on beş yıl önce dindarlar arasında demokrasinin İslam’a uygun olup olmadığı, hatta demokratik bir sistemde oy kullanmanın haram olup olmadığı tartışılırken şimdi eşcinsellerin evliliğinin onaylanıp onaylanamayacağı konuşuluyor.

Yakın zamana kadar Kürt haklarını açıkça savunmak çok büyük tehlikeleri göze almayı gerektirirken şimdi bu hakların iadesine karşı çıkanların vicdanlılığı ve hakperestliği sorgulanıyor.

Çok yakın zamana kadar başörtüsü irticanın bir numaralı simgesiyken, toplumsal duyarlılık ve empati o kadar gelişti ki, kamu çalışanlarının başörtüsünü kullanabilecekleri açıklandığında bu ciddi bir tartışma konusu bile olmadı.

Mezhepçilik törpülenmeye başlamış olmalı ki, Alevilerin haklarıyla ilgili konularda en çok gayret edenler arasında Sünni dindar yazarlar ve sivil toplum kuruluşları da belirgin bir şekilde görünüyor artık.

Bir süreden beri devlet politikalarından ziyade hükümet politikalarını konuşuyoruz. Artık devletimizi yönetenin bazı gizli veya açık güçler değil de halk tarafından seçilmiş olan meşru hükümet olduğunu kanıksar hâle geliyoruz.

Gerektiğinde devlet yerine Başbakan’ı eleştiriyoruz. Bazı konularda Başbakan yerine ilgili bakanın kararlarını sorgulamaya, o konularda o bakanın söz sahibi olduğunu görmeye başladık.

Halkın tepkilerinin, eleştirilerinin, gönderdiği “mesajların” artık devlet kurumlarınca dikkate alındığını, ona göre de hareket değişikliğine gittiklerine şahit olmaya başladık.

Sivil toplum kuruluşlarımızın, dernek ve vakıflarımızın eskisine oranla daha da işlerlik kazandığını ve gayet verimli bir şekilde iş yapabildiklerini görüyoruz.

Reformlarımızı dışarıdan baskı ve zorlamalarla değil içeriden, yani halktan gelen taleplerle yapmaya başladık.

Her şeyi devletten bekleyen halk yapısından, kendi sorumluluklarını da bilip üzerine düşen vazifeyi gerek bireysel, gerek sivil toplum kuruluşları aracılığıyla yerine getiren halk yapısına doğru evriliyoruz.

Yavaş gidiyoruz, yavaş ilerliyoruz, çoğu konuda bütün bir ülke olarak daha işin başındayız, ama en azından iyiye doğru ilerliyoruz.

Daha hızlı ilerlemek için bazı konularda kendimizi, bazı konularda birbirimizi, bazı konularda da hükümet yetkililerini ikna etmeye çalışmamız gerekiyor.

Hani neydi o slogan, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” Çatışmacı ve yıkıcı değil, barışçı ve yapıcı bir mücadeleye…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s