(Bu yazı ilk olarak 07.11.2013 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)
Geçen hafta, son üç yılda dünyanın birbirinden çok uzak yerlerinde gerçekleştirilen protestolar arasındaki benzerliklerden bahsetmiştim.
Rejim değişikliği talebiyle Arap dünyasında, yozlaşmalara karşı Hindistan’da, refah devletlerinin düşüşe geçmelerinden dolayı Yunanistan, İsrail ve İspanya’da, maaş düşüklüğüne tepki için Botsvana ve Wisconsin’de, ekonomik kriz ve kurumsal açgözlülüklere karşı ABD, Kanada ve İngiltere’de, daha farklı sebeplerle de Rusya, Brezilya ve Türkiye’de gerçekleşen bu protestolarda form, prensipler ve kullanılan dil açısından birbirine çok benzeyen müşahhas özellikler vardı.
Michael Hardt ve Antonio Negri, örneğin Botsvana, Hindistan ve İsrail’deki yerel sorunlara tepki olarak ortaya çıkan ve benzer formlarda diğer ülkelere de yayılarak uluslararası bir zincire dönüşen bu gibi protestoları “bulaşıcı hastalıklara” benzetiyorlar.
Bu yayılma ve yaygınlaşma döneminde doğal olarak bazı ‘uluslararası yolculuklar’ gerçekleşti. Sözlü olmayan imgeler, müzik, jestler ve mimikler, sınırları aşarak kendi yerelliklerinden sıyrılarak çok daha başka yerlerde başka yerel kalıplarla tekrar üretilerek ortaya çıktılar.
İmgelerle birlikte söylemler de yolculuk etti. Mısır’dan Londra’ya kadar çok sayıdaki protestolarda isçiler, gençler ve orta sınıftan eylemcilerin statükoya, zengin ve yozlaşmış hâlde olan elitlere tepki söylemlerine şahit olduk.
Lina Khatib’in yaptığı benzetmeyle söyleyecek olursak, adeta bir “domino etkisi” ile hızla dünyaya serpilen yeni siyaset tarzının bu yayılma hız ve şeklinde çeşitli faktörler etkili oldu.
Globalleşmedeki rolü uzun süredir çok belirgin olan geleneksel ana akım medyanın, yani televizyon ve radyo kanallarıyla gazete ve dergilerin yeri, özellikle de modern iletişim araçlarını kullanmayanlar için önemliydi.
Bunun yanı sıra, bilhassa yeni nesiller arasında çok daha etkili bir şekilde, yeni platformların ve akıllı telefon gibi teknolojilerin rolü en öndeydi. Sanal âlemde oluşturulan yeni sosyal ağ ve iletişim imkânlarıyla, yaniFacebook, Twitter ve YouTube gibi ortamlar aracılığıyla paylaşılan postalar, videolar, haberler ve fikirler şimdiye dek görülmemiş bir hızla yayılma fırsatı buldu.
Bazı yerlerde gerek devlet baskısıyla gerekse medya sahiplerinin tercihleri sonucunda gerçek ve sıcak bilgiler karartılınca, ‘alternatif medya’nın etkinliği çok daha arttı.
Geçen hafta bahsettiğim çalışmada bu ortak özellikler gözönünde bulundurularak dünyada yeni bir “siyasi estetik” oluştuğundan bahsediliyordu. Kavram, Crispin Sartwell’in aynı adlı kitabındaki şu sözünden ilham alınarak kullanılıyor: “Bütün sanatlar politik değildir, ama bütün politikalar estetiktir; siyasi ideolojiler, sistemler ve anayasalar estetik sistemlerdir.”
Crispin’e göre bu durum bütün hareketlerin, ‘siyasi sistemlerin dizaynı’ ile ilgili olmalarından kaynaklanıyor. Siyasi çalışmaların görünürlük tarafı baskın olduğundan dolayı ‘imaj yaratmak’ ve algı yönetmek de merkezî bir öneme sahip ve bu da siyasi estetik ile yakından ilgili.
Formlar ahlaki ve sembolik anlamlar ifade ettikleri, ve protestolardaki formlar küresel çapta ve önemli oranda benzerlikler taşıdıkları için, bunlardan hareketle dünyada yeni bir estetiğin geliştiğini söylememiz mümkün.
O hâlde politikacılar bundan sonraki dönemlerde bahsi geçen yeni siyaset tarz ve estetiğini gözönünde bulundurmak suretiyle kendi siyasetlerini yapmak zorundalar. Yeni dönemde, ekonomi ve eğitim seviyesindeki gelişmelere paralel olarak talepler değiştiği gibi o taleplerin dile getiriliş şekli de değişiyor. Cumhurbaşkanı’nın da ifade ettiği gibi, demokrasi ve siyaset artık “sadece sandık değil”.