AĞLAYAN KADIN

Meşhur bir Meksika hikâyesine göre, evli ve iki çocuğu olan güzel bir kadın, aynı şehirde yaşayan başka bir adama âşık olur.

Artık hayatının geri kalanını onunla geçirmek istemektedir. Hâliyle bu arzusunun önündeki ilk sorun, evli bir kadın olmasıdır. Duygularına engel olamaz ve eşinden bir şekilde ayrılır.

Ama şimdi de âşık olduğu adamın kendisini iki çocuğuyla kabul etmeyeceğinden endişe etmektedir. Ona olan aşkı ile çocuklarının sevgisi arasında kalmıştır, çaresizdir.

Sonunda kendi mutluluğunu tercih eder ve aşkı ile arasında kalan tek engel olarak gördüğü çocuklarını aradan çekmeye karar verir.

İki çocuğunu da alıp götürür, yakınlardaki bir nehirde boğarak öldürür. Böylece engeller kalkmıştır, sevdiğine kavuşacaktır.

Gel gör ki işler planladığı gibi gitmez. İki çocuğunu da uğruna feda ettiği sevdiğine gittiğinde umduğunu bulamaz. Adam onunla evlenip hayatını birleştirmeyi istememektedir.

Kadın bir taraftan çocuklarının katili olmanın verdiği vicdan azabına, bir taraftan da yaşadığı bu büyük hayal kırıklığının acısına fazla dayanamaz.

Çocuklarını boğduğu nehre gider ve kendisini nehrin sularına bırakarak intihar eder.

Ancak kadının acı hikâyesi orada bitmeyecektir.

Nehirde son nefesini verdikten sonra ruhu bedeninden ayrılıp öteki dünyaya, ruhlar âlemine gideceği sırada kadının ruhunu oraya almazlar. Kapıdan girmesine izin verilmeyince Araf’ta öylece kalakalır.

Öteki âleme geçebilmesinin bir şartı vardır; arzularına yenik düşerek öldürdüğü çocuklarını her neredelerse bulup onları da yanında getirmesi gerekmektedir.

Sonsuz âleme geçebilmek için bütün dünyayı dolaşmak zorunda kalır. Boğulan çocuklarını aramaya koyulur, sonu gelmez bir beyhude çabayla.

Kadın bu arayışı süresince devamlı ağladığı için adı “La Llorona” (The Weeping Woman), yani “Ağlayan kadın” olarak kalır…

Lila Downs’ın muhteşem bir performansla seslendirdiği, bu hikâyeden ilhamla bestelenmiş olan La Lloronaisimli şarkıyı bugünlerde defalarca dinliyorum.

Şarkıdaki inlemeleri, pişmanlığı dinlerken tercihlerimiz ve sonuçları aklıma geliyor hep; özellikle de, en küçük bir kararları bile milyonlarca insanın hayatını, özgürlüğünü etkileyebilecek olan ‘her türden güç sahiplerinin’ tercihleri.

Biz ‘faniler’, kendilerine sunduğumuz güven ve verdiğimiz desteklerle maddi ve manevi olarak güçlü hâle getirdiğimiz liderlerin ve önderlerin o iktidarları nasıl kullandıklarına tam olarak belki de hiç vâkıf olamayacağız.

Kapalı kapılar ardında konuşulanlar hep sır kalacak; bize anlatılanların aslında gerçeğin ne kadarına karşılık geldiğini hiç öğrenemeden bu dünyayı terk edeceğiz belki de.

Elimizdeki en büyük sermayemiz gözlerimiz ve akıllarımız olacak. Görebildiğimiz şeyler üzerinden göremediğimiz gerçekleri bilip anlamaya çalışacağız. “Zâhire göre” hükümler verip doğru ya da yanlış kanaatlere varacağız.

Ama hangi inanca sahip olursak olalım hepimiz emin olacağız ki, kişisel arzuları uğruna başkalarının yaşama alanlarını daraltmak ya da yok etmek, yapanın yanına kâr kalmayacak.

Güç sahiplerinin, kişisel ihtirasları ile kendilerine sevgi ve güvenlerini veren insanların hak ve menfaatleri arasında kaldıklarında hangisini tercih ettiklerini kesin bir şekilde bilemeyeceğiz belki.

Ama şu kesin ki, ‘çocuklarını’ nehre atmayı göze alanlar, er ya da geç pişman olarak tekrar döndüklerinde o çocukları tekrar ağlayarak arayacak, ama bıraktıkları yerlerde bulamayacaklar.

Çünkü bir kere çarçur edilen o güveni tekrar toparlamak mümkün olmayacak. Bir kere kıyılarak kaybedilen o sevgiyi tekrar kazanmaya çalışmak, artık sadece bir boş çaba olacak.

(Bu yazı 23.01.2014 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s