MUHAFAZAKÂR AKLIN ELEŞTİRİSİ

Muhafazakâr-dindarlarımız, yaklaşık 2010 yılından beri dozu gittikçe artan bazı siyasi sorunlara karşı beklenen tepkiyi göstermiyor, kendilerini temsil ettiğini kabul ettikleri siyasi iktidarın dışlayıcı ve kibirli tutumlarına, demokrasi ve hukuk dışı uygulamalarına karşı esaslı bir itirazda bulunmuyorlar. 

Ülkenin din adamları ve ilahiyatçıları, dinin ve dindarlığın yaşadığı itibar kaybı karşısında, buna neden olanlara yönelik en ufak bir itirazda bulunmuyorlar. Son yıllardaki gelişmeler karşısında toplumun önemli bir kısmı arasında din ve dindarlığa dair olumsuz yorumlar bir hayli artmışken, bu duruma yönelik de herhangi bir girişimde bulunmuyorlar. 

Bu sessizlik dışarıdan bakınca şaşırtıcı gelebiliyor hâliyle; ama muhafazakâr- dindarlarımızın şimdiye kadarki eleştiri kültürlerini gözönünde bulundurunca bence her şey gayet olağan ilerliyor. 

Adına ‘muhafazakâr refleksi’ demeyi tercih ettiğim bir tepkiyle kendinden olanı, büyük ya da önder olarak kabul edileni, dinî ve kültürel geleneğin yapıtaşı olarak görüleni korumaya yönelik bir tutum geliştirilmiştir. Bu refleksler, içeriden ve dışarıdan gelebilecek herhangi bir eleştirinin kapısını açmamak için devreye girer ve bu sayede din ve gelenek, sözüm ona muhafaza edilmiş olur.

Örneğin sahabeye, yani Hz. Muhammed’in arkadaşlarına yönelik herhangi bir eleştiri yapmak bir tarafa, onların yaptığı bariz yanlışların üstünü örtmek ya da bir gerekçe bulmak için kırk dereden su getirilir.

İslam tarihi kitapları, yapılan uygulamaların eleştirel okumasını yapmaktan ziyade yapılan hemen her türlü uygulamanın “hikmetlerini” anlamaya, bazı kabul edilmesi mümkün olmayan uygulamaların da gerekçelerini bulma çalışmasına hasredilir.

Muaviye’nin Hz. Ali’yle olan mücadelesi ve savaşı, daha sonra oynadığı siyasi oyunlar ve nihayet İslam tarihinde saltanatı başlatması gibi yanlışlarını eleştirmek bir yana, hâlâ günümüz Türkiye’sinde Muaviye’nin ismi anılırken başına “hazret” unvanının konup konmaması tartışılır ve onu sevmediğini söyleyenler üzerine büyük bir psikolojik baskı kurulur.

Emevi döneminde yapılan ırkçı ve kabileci uygulamalar, siyasi iktidarın korunması için saygın din bilginlerine yapılan zulümler, dinin akıl almaz derecede istismarı gibi anlatmakla bitmeyecek yanlışları etraflıca analiz etmek bir yana, yazı ve konuşmalarda neredeyse hiç olmamış gibi davranılarak hızla geçilir.

Gazali gibi büyük ilim adamlarının, yaptıkları çok değerli çalışmaların yanı sıra, kitaplarında sergiledikleri cinsiyet ayrımı, uydurma hadisleri kendi nihai maksatlarına hizmet ettiği gerekçesiyle rahatlıkla kullanmaları gibi sorunlar ele alınmadığı gibi, bu türden eleştiri teşebbüsleri büyük bir hızla savılır.

Osmanlı döneminde yapılan yağmalamalar, bazı padişah kardeşlerinin ve diğer akrabalarının katledilmeleri, saray içindeki hayat, belli bir zamandan itibaren eğitim sistemindeki pozitif bilimlerin ve felsefenin dışlanması gibi sorunlar, İslam’ın özüne hiç uymayan saltanat sistemi gibi yanlışların eleştirilmesini bırakın, hâlâ padişahların hepsinin de “evliya” olduğunun ciddi bir şekilde konuşulduğu meclisler vardır.

Bütün bunlara zamanında ve hâlâ ses çıkarmamış bir kitlenin şimdi bunların çok benzerlerini yapan bir siyasi iktidara, hem de ellerinde “sıra dışı zamanlarda yaşıyoruz, ölüm-kalım mücadelesi veriyoruz, etrafımız bizi bitirmeye çalışan iç ve dış düşmanlarla sarılı” gibi, her türlü ahlaki kaygıyı devre dışı bırakan sihirli mazeret cümleleri varken itiraz seslerini çıkarmalarını beklemek büyük bir naiflik olur. Ne de olsa “birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok muhtacız”dır!

(Bu yazı, 18.09.2014 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s