Türkiye’nin İslami hareketleri son yıllarda bir ‘boşa çıkma’ hâli yaşıyor; ortaya çıkma nedenleri büyük oranda yok oldu, ya da değişime uğradı. Yeşermelerine neden olan iklim, meyve vermelerine katkıda bulunan atmosfer, pozisyonlarını belirlemelerine etki eden faktörler artık eski yerlerinde durmuyor.
İslami gruplar büyük oranda, katı seküler bir devletin kendilerini yok sayması, yasaklaması, baskı ve kontrol altında tutması karşısında tavır geliştirdiler, dinî yaşamın muhafaza edilmesi için projeler ürettiler, devletin dine karşı tutumunun değişimine yönelik çeşitli çalışmalarda bulundular.
Dinî değerlerin muhafaza edilmesi her zaman öncelikli gündem oldu, hatta çoğu zaman aşırıya da gidildi. Öyle ki, devlet nasıl kendi makbul gördüğü haricindeki din ve dindarlık anlayışlarına antipatiyle yaklaşıp hatta tehdit olarak görüp “ifrat”a girdiyse, İslami gruplar da, dine ve dinî kültüre ait olarak gördükleri her şeyi aşırı derecede koruyup, yenilikleri endişeyle karşılayıp varlıklarına ve değerlerine yönelik birer tehdit olarak görerek “tefrit”e düştüler.
Siyasi duruş, bir şekilde hayatta kalma, devletin şiddetinden uzak kalmaya çalışma ve onunla öyle ya da böyle iyi geçinme stratejileri üzerinden yürüdü; tabii bir de uzun vadede kamu güçlerinin ‘el değiştirmesini’ sağlama çalışmalarına emek sarf edildi.
İslami düşünce de aynı şekilde, ülkedeki siyasi atmosferden bağımsız kalamadı; kimi zaman “laik düzende dini yaşama” ve “ara dönem” içinde durumu idare etme üzerine fetvalar üretildi, kimi zaman da içine kapanma, riskli ve “şüpheli” alanlara girmeme prensibi geliştirildi.
Sanat da yine muhafaza çabasına hasredildi; “İslami sanat”tan anlaşılan, sadece hat, ebru ve tezhip gibi geleneksel sanatlardan öteye gidemedi.
“Dindar nesil” yetiştirme projeleri, Kur’an öğretimi, “din eğitimi” gibi çalışmalar, ortaya çıktıkları iklimin de etkisiyle önemli oranda “nakıs” kaldı.
AK Parti iktidarı döneminde muhafazakâr- dindarlar, bahsettiğim sonuçların ortaya çıkmasına neden olan atmosferin çok hızlı bir değişimine tanıklık etti. Devlet denen heybetli ve korkunç aygıt, askeriyeden yargıya, istihbarattan YÖK’e, hemen bütün birimleriyle ‘el değiştirince’, İslami hareketler büyük oranda bir ‘varoluş krizine’ girdiler ve bütün donanımları bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı.
Bunlardan dolayıdır ki, IŞİD gibi bir örgütün İslam’ın adını kullanarak yaptığı akıl almaz faaliyetlere karşı esaslı bir duruş sergilenmiyor; çünkü İslam’ın ve İslam tarihinin fetih anlayışı, gayrimüslimler ve farklı yaşam tarzlarını benimseyen Müslümanlarla ilişkilere dair prensipler, “daru’l-harb” kavramı gibi çoğu konu hâlâ yüzlerce yıl önceki anlayışlarla okunuyor ve öğretiliyor.
Yine bunlardan dolayıdır ki, şimdiye dek özgürlükler konusunda mağduriyetler yaşamış muhafazakâr bir partinin özgürlük anlayışı, başörtüsünden daha ilerisine gidemiyor. Siyaset anlayışı, ‘ne pahasına olursa olsun’ gücü elinde bulundurmaktan başka bir strateji üretmiyor. Devletin ceberut yüzüyle en çok karşılaşan kesimlerden birinin ‘temsilcisi’ olan hükümet, kendisi gibi düşünmeyenlere ülkeyi dar etmekte bir beis görmüyor.
Tüm gücünü muhalefet etmekten ve mağdur olmaktan alınca, muhatap ortadan kalktığında yaşanan bir varoluş krizidir bu; çünkü varlığı o gerilim ile iç içe geçmiştir. Gözümüzün önünde yaşanan, bir açıdan boşa çıkma, bir açıdan da boş çıkma hâlidir…
(Bu yazı, 25.09.2014 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)