DİNSİZ MÜSLÜMANLIK

Ali Şeriati’nin geçen hafta özetini sunduğum “tevhid dini” ve “şirk dini” kavramlaştırması ve onlar üzerinden siyasi, ahlaki ve toplumsal tavır alışları değerlendirmesi, hiç şüphesiz içeriden, yani ‘İslamî noktainazardan’ yapılan bir tartışma.

İsmail Raci el-Faruki, Tevhid isimli kitabında, bir din ve dünya görüşü olarak tevhid akidesinin, ekonomiden toplumsal düzene, estetikten dünya barışına kadar, müslümanların düşünce dünyalarına ve gündelik hayatlarına yansımalarını inceler 

Şeriatide, Allah’ın varlığına ve birliğine inanan bir aydın olarak, tevhide inanmanın pratik sonuçlarıyla şirk içinde olmanın pratik sonuçlarını değerlendiriyor ve ona göre bir ‘iyi’ ve ‘kötü’ nitelendirmesine girişiyor.

İkisinde de ortak olan çıkış noktası, tevhidin, “tevhid dini”nin, dolayısıyla “İslamî” olanın iyiyi; buna mukabil “gayr-i İslamî” olanın da kötüyü temsil ediyor olduğu tezi.

Burada gözden kaçırılmaması gereken husus ise, “İslam” kavramının ve “İslamî” sıfatının, özel olarak İslam dinini de kapsamakla birlikte, genel olarak iyi olan her şeyi içeren bir kavram olarak kullanılıyor olması.

İslam” ile “iman” kavramları arasındaki farkı tartıştığı bir yazısında Said Nursi, “İslam” kavramını dinin prensiplerine uygun eylem ile, “iman” kavramını da dinin inanç esasları ile ilişkilendirir.

Bu durumda ona göre, dinin adalet, hukuka riayet, merhamet gibi prensiplerini benimseyip uygulayanlar, iman etmemiş olsalar dahi “gayrimü’min müslim” (dinsiz müslüman) olarak adlandırılabilirler.

Bununla birlikte, dinin inanç esaslarına iman etmiş olduğu hâlde prensiplerini benimsemeyen ve onların tezahürü olan hükümleri hayata geçirmeyenler “gayrimüslim mü’min” (müslüman olmayan mü’min) olarak nitelendirilebilmektedir.

Said Nursi, bu fikrine ek olarak, insanların ve eylemlerinin vasıflarını “müslüman sıfatı” ve “kâfir sıfatı” olmak üzere ikiye ayırır. Sözkonusu tasnife göre sabırlı olmak, çalışmak, araştırma yapmak gibi “kâinat kanunları”na uygun hareket etmek müslüman sıfatıdır, çünkü o kanunları da Allah yaratmıştır; şu hâlde onlara uygun hareket etmemek kâfir sıfatı olmaktadır.

Bir müslümanın her bir sıfatının “müslüman sıfatı” olmayabileceğini söyleyen Nursi, bir kafirin her bir sıfatının da “kâfir sıfatı” olmasının ve bütün sıfatlarının “küfründen neşet etmesinin” şart olmadığını savunur, ve Ali Şeriati ile aynı yerde buluşurlar.

Şeriati’nin, Batı’daki aydınları ve “özgürlük savaşçıları”nı “tevhid dini” tarafında, Kiliseyi ve Ortaçağ dinini de “şirk dini” tarafında konumlandırması gibi, Nursi de, Batı’nın müslümanlara karşı son yüzyıllardaki siyasi ve askerî galibiyetlerini, Avrupalılardaki “müslüman sıfatları”nın varlığıyla açıklar…

Bugün de, IŞİD veya başka bir örgüt, AKP veya herhangi bir siyasi parti, ya da İran ve Suudi Arabistan, kendilerini “müslüman”, “dindar” ya da “İslamcı” olarak tanımlasalar dahi, bu durum onların yaptıkları her eylemi zorunlu olarak ‘İslamî’ kavramının içine almamızı gerektirmez.

Hıristiyan, Yahudi, Ateist, komünist veya başka bir din ve dünya görüşüne sahip olanların da düşünce ve eylemleri ‘dolayısıyla’ ve ‘mutlaka’kötü, art niyetli kabul edilemez.

Kimse kimsenin imanını tabii ki sorgulayıp yargılayamaz, ancak yapılan eylemlerin nitelikleri üzerine tartışılabilir. Eylemlerde “İslamîlik” ölçüsü, o eylemi yapanın inancı değil, yapılan eylemin niteliği ve İslamî prensiplere uygun olup olmadığıdır.

(Bu yazı, 06.11. 2014 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s