Sorunu, sorunluyu, suçluyu, sorumluyu ve kötü olanı hep dışarıda, diğer insanlarda, diğer gruplarda, diğer halklarda arama meylimiz, kavramları da yanlış yorumlamamıza neden olur.
Kendimizi aklama ve bizden olmayanı karalama meylimizden olsa gerek, aslında doğrudan bize yönelik olan öğüt ve uyarılarda bile verilen örneklere takılır, oradan bile yeni dışlamalar, ırkçılıklar ve haricî kötü karakterler üretiriz.
Örneğin Kur’an’da, bir zamanlar bazı yanlışlarından dolayı lanetlenmiş olan birtakım Yahudi kavimlerinden bahsedilir. Söylenmek istenen ve asıl işaret edilen, yapılan bazı yanlış fiillerdir ve o fiilleri yapan kim olursa olsun, tel’in edilmeyi hak etmektedir.
Mesaj doğrudan doğruya o metni okuyan ve dinleyen müslümanlara olmasına rağmen, “Yahudiler lanetlenmiş bir millettir” yargısı Türkiye’de hiç de az değildir; üstelik bu ırkçı yorumun kaynağı olarak Kur’an gösterilebilmektedir!
Sorumluluğu ve kötülük sıfatını dışarıda olana yüklemenin dayanılmaz hafifliğindendir ki, neredeyse hiç kimse, henüz doğmamış bir Yahudi çocuğun dahi nasıl olup da ‘lanetli’ olabileceğini, bunun Kur’an’da anlatılan Tanrı’nın adaletine ve merhametine ters olduğunu sorgulama gereği bile duymaz.
Hâlbuki Kur’an’a göre, “Kimse kimsenin günahından sorumlu değildir”.
Aynı problemli anlama ve yorumlama, “şeytan” konusunda da geçerli. Şeytanın ve şeytanlığın daha çok dışımızda bir varlık olduğu zannedilir; hâlbuki yine bizzat Kur’an, insanların da şeytan olabileceğinden bahseder.
Şeytan, bir isim değil sıfattırİslam’a göre. Müslümanlık, münafıklık, kâfirlik, fasıklık ve müttakilik gibi bir sıfat. İnsanlar ve cinler, yaptıkları eylemlere ve bu eylemler hakkındaki zihinsel ve eylemsel duruşlarına göre bu ve başka sıfatları alabilirler.
Âdem’e secde etmeyen, yani saygı göstermeyen kişinin adı İblis’tir. Cennetteki cinlerden biri olan İblis, yaptığı bazı yanlışlardan dolayı cennetten kovulmuş ve artık “şeytan” sıfatını almıştır.
Gayet sembolik anlamlar yüklü olan Âdem – İblis kıssasının en önemli hedeflerinden biri, bana göre, yapılan o ‘yanlışlar’ın sergilenmesi yoluyla insanlarda ‘şeytan sıfatlarına’ karşı bir bilinç yaratmak, bir uyarıda bulunmaktır.
Örneğin ateş – toprak kıyaslaması yapmak suretiyle ateşin topraktan üstün olduğu öncülünden yola çıkan İblis, öncülün sonunda da Âdem’in şahsında temsil edilen ‘insan’a ya da insanlığa saygı göstermeyi reddeder. O hâlde ırkçılık bir şeytan sıfatıdır.
İblis “şeytan”laşması sürecinde, ‘kibir’ gibi çok kötü bir duygunun ya da düşüncenin esiri olmuş, bu olumsuz duygusunun mantığını esir alması sonucunda mantık örgüsü zedelenmiş ve varlıklar arasında ‘üstünlük kriterinin’ ne olacağı konusunda yanlış bir sonuca ulaşmıştır.
Âdem ve İblis’in, yapılan bir yanlıştan sonraki tavırları da önemlidir. Âdem ve Havva, o günahı işlemek suretiyle “kendi kendilerine zulmettiklerini” söyleyip özür dilerken, İblis yanlışında ısrar ettiği gibi, suçluyu dışarıda aramakta ve “Beni azgınlığa mahkûm ettin!” diyerek Allah’ı ve kaderi sorumlu tutmaktadır.
Hikâyedeki en ince ayrıntı ise şudur: Aslında Âdem ve Havva da yasak meyveyi yemek suretiyle bir günah işlemişler ve bunun sonucunda onlar da İblis gibi cennetten kovulmuşlardır; ama buna rağmen Allah tarafından kendilerine şeytan sıfatı verilmez.
Şu hâlde ‘şeytanlaşma’ ya da ‘şeytanlaşmama’ konusundaki mesele, herhangi bir yanlış eylemi yapmış olmak değildir. Asıl mesele, kibir ve menfaat saikıyla başkalarına iftiralar atarak “şeytanlaştırmak” gibi ahlaksızlıklara düşmeden, o yanlış eylemlerin farkına varıp sorumluluğunu üstlenebilmek, sonrasında da gereken pişmanlığı sergilemek, tepkisel ve irrasyonel değil de akılcı ve tutarlı bir değerlendirme yapabilmektir…
(Bu yazı, 27.11.2014 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)