Dünyada müslümanları en çok öldürenler ve en çok baskı altına alıp zulmedenler, onlara tahammül edemeyen gayrimüslimler değil, yine diğer bazı müslümanlar. Bir İslami yorumu en nefretle ve hatta “tekfir” ederek eleştirenler, farklı bir İslami yorumu benimsemiş olanlar. Hâl böyle olunca, yani kendi dindaşına karşı kucağı fazla açılmayanlar, başka din ve ideolojilerin karşısında hepten katı, kilitli ve dışlayıcı oluyorlar.
Kendi içlerinde bunca tahammülsüzlüğün, çatışmanın ve savaşın hüküm sürdüğü müslüman coğrafyalardaki duruma bakınca akla şu soru geliyor: Acaba İslami düşünce, farklı yorum ve uygulamalara kapı açan esnek bir yapıya hiç sahip değil mi? Yani İslam düşüncesi çoğulcu bir düşünce sistemi olmaktan çok mu uzak?
Müslümanların uygulamalarına değil de İslam düşüncesinin temellerine bakılınca şaşırtıcı derecede bir çoğulculuğun, farklı yorumlara açık bir esnekliğin hâkim olduğu görülüyor.
İslam tarihindeki ve şu anda mevcut ‘fikhî ve itikadî mezheplerin’, ve her biri ayrı bir prensipler listesini benimsemiş ‘tarikatların ve cemaatlerin’ varlığı, çoğulculuğun son derece ‘doğal’ olduğunu ve müslümanların da bu doğallığı tecrübe ettiklerinin en açık örneği.
Kur’an’ın daha iyi anlaşılıp yorumlanması, başka bir ifadeyle “Allah’ın muradı”nın ortaya çıkarılması amacıyla yazılmış olan yüzlerce ciltlik ‘Tefsir’ külliyatının varlığı ve bu tefsirlerdeki yorumlar arasındaki farklılıkların çokluğu, ayrıca önemli bir örnek.
Özellikle klasik tefsirciler yorumlarındaki öznelliğin farkında olmalılar ki, herhangi bir ayetle ilgili yorum yaptıkları zaman sonuna, “Allah en çok bilendir” anlamında “Allahu a‘lem” ifadesini eklerler.
“Tefsir metodolojisi” bilimi, ayetleri açıklık ve kapalılık derecelerine göre sınıflandırarak toplamda sekiz ayrı kategori tespit eder: Zâhir, nas, müfesser, muhkem, hafi, müşkil, mücmel, ve müteşabih. Bu sekiz kategorinin biri haricinde diğerlerinin hepsi de farklı derecelerde yorum çeşitliliğine açık olarak kabul edilir.
“İçtihat”, İslam düşüncesinin en hayati ögesi. Çoğunluk tarafından dinin ana kaynakları olarak Kur’an ve Sünnet gösterilse de, bu kaynakların anlaşılıp yorumlanması, bunun yanı sıra, kaynaklarda söz edilmeyen konularla ilgili tutum ve hükümlerin ne olacağı ile ilgili fikirlerin oluşturulması çabasına içtihat deniliyor.
İçtihatta bulunmak, diğer bir ifadeyle fikir özgürlüğü, genelde dindarların zannettiğinin tersine, İslam düşüncesinde teşvik edilen bir eylem. Hz. Muhammed, ‘şahsi akıl yürütme’yi teşvik ederken hata yapmaktan korkulmamasını salık verir, hatta hata yapana bile mükâfat verileceğini vaat eder: “İçtihat edip isabet eden iki ecir, hata eden bir ecir alır.”
Kişisel yorumlar ve akıl yürütmeler teşvik edildiği gibi, bunun sonucunda ortaya çıkacak olan görüş farklılıkları ya da çeşitliliği de olumsuz değil, olumlu birer gelişme olarak sunulur: “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.”
Bu çeşitlilik ‘Kelam’ ve ‘Tasavvuf’ alanlarında da görülür. Örneğin bir kutsi hadiste Allah, “Ben kulumun zannı üzereyim; beni nasıl bilirse öyle muamele ederim” diyerek ‘ahiret’ ve ‘hesap’ kavramlarını, insanların öznel anlayış ve yorum çeşitliğine ‘cömert’ bir şekilde açar.
Tasavvufçular arasında yaygın olan, “Allah’a giden yollar, mahlûkatın nefesleri sayısıncadır” deyişi de, farklı meşreplerin varlığını baştan kabul ederek, tasavvufun yalnızca bir ya da birkaç anlayış ve prensipler grubuna indirgenemeyeceğini ima eder.
Son olarak, Kur’an ve Sünnet’te yer alan bir ifadeye, o ifadenin taşıdığı muhtemel anlamlardan birini tercih edip yüklemek şeklinde tanımlanan “te’vil” kavramı çoğulcu düşünce yapısının çok önemli bir başka örneği. İfadelerin potansiyel anlam sayısı ile insanların yorumlama biçimlerinin oluşturduğu çeşitlilik, farklı düşüncelerin dışlanmasının ve o düşünceleri benimseyenlerin İslam dışı ilan edilmesinin de (tekfir) önünü kapatır. Zira ilkeye göre “Te’vilin olduğu yerde tekfir olmaz”.
Şimdi, böyle bir dinin müntesipleri nasıl oluyor da, bırakalım başka dinden ve mezhepten olanı, çok küçük ayrıntılarda bile kendisinden farklı düşüneni rahatlıkla dışlayabiliyor, hatta ‘kâfir’, ‘münafık’, ya da ‘hain’ ilan edebiliyor? Mesele bu sorunun cevabını bulmakta…
(Bu yazı, 12.02.2015 tarihli Taraf Gazetesinde yayınlanmıştır.)